YILDIZLI GECE - VINCENT VAN GOGH
Van Gogh, dostu Gauguin ile bir tartışma sonrası yaşadığı meşhur "kulak kesme"
macerasından birkaç gün sonra geçirdiği ruhsal çöküntü üzerine Güney
Fransa Saint-Rémy-de-Provence'da bir sanatoryuma kaldırılır. Buradaki
hastane odasında iyileşmeyi beklerken bir yandan da çalışmalarına devam
eden Van Gogh, bu eseri penceresinden gördüğü manzarayı resmederek
yaratır. Genelde gececil olarak yaşayan Van Gogh'un bu resmi de geceleri
manzarasıyı gözlemleyip gündüzleri tuvale aktarmak suretiyle
tamamladığı düşünülmektedir.
Saint-Rémy köyünün şehir meydanı
gece karanlığında girdaba kapılarak dönen gökyüzü altında
resmedilmiştir. Sağ taraftaki dağlar Alpilles dağ sırasını
göstermektedir. Köyün küçük evleri karanlık pencerelerinden çıkan sarı
ışıklarla gece karanlığındaki yaşama işaret eder. Köyün ortasında yer
alan küçük kilise ince uzun çan kulesi ile dikkati çekerken bir yandan
da köyün evlerini bir araya getirir. Resmin ön planında yer alan selvi
ağaçları Van Gogh tarafından resme derinlik eklemek amacı ile manzaraya
sonradan eklenmiştir. Bu ağaçların aynı zamanda Van Gogh için ölümü ve
huzuru temsil ettiği de düşünülmektedir.
Eserde bakış açısı yer seviyesinden oldukça yukarıda seçilmiş; bu
şekilde resmin üçte ikisini gökyüzü görüntüsünün kaplaması
sağlanmıştır. Bu yöntemle köy, gökyüzü altında oldukça mütevazi
görünmekte ve gökyüzünün (ve dolayısıyla doğanın) insan hayatı üzerinde yarattığı ihtişamlı etki ve doğanın gücü ön plana çıkarılmıştır.
Gökyüzü
bir girdaba kapılmış şekilde döner gibi betimlenmiştir. Solda yer alan
hilal şeklinde parlak ay resmin en dikkat çekici ögesi iken yıldızlar da
Büyük Ayı Takımyıldızı'nı oluşturmaktadırlar. Yıldızlar Van Gogh
tarafından aslında görünemeyecekleri güney bölgesinde resmedilmişlerdir.
Ay ve yıldızların sarı, turuncu ve beyazın parlak tonlarındaki ışıkları
resmin geneline hakim Prusya mavisi, lacivert ve morun ağır kasvetini
kırar ve resme aydınlık sağlar. Aynı zamanda bu parlak "doğal" ışıklar
evlerin pencerelerinden sızan yapay ışıklara göre son derece güçlü
kaynaklar olduklarını seyirciye vurgularlar. Resimdeki kıvrımlı ve
devinimli yapıya uyum sağlayacak şekilde kıvrılan selviler kilisenin
kulesi ile birlikte resmin yatay ağırlıklı görünümünü dengeleyen sayılı
düşey ögelerdendir.
Van Gogh'u diğer birçok sanatçıdan farklı
kılan tekniği, boyaları palet üzerinde karıştırmadan doğrudan
tüplerinden alıp kullanmasında yatar. Bu şekilde kalın, geniş ve kaba
fırça darbeleri ile resimdeki renkler ve tonlar hiçbir zaman karışmaz.
Bir gece resmi için renklerin birbiri ile kaynaştırılıp karaltılar ve
silüetler oluşturulması beklenirken Van Gogh bu belirgin darbeleri
resimde koruması ile seyirciye farklı bir gece deneyimi yaşatmaktadır.
Ay ve yıldızların ışıkları sanki çevrelerinde dairesel olarak dönmekte,
uyumlu şekilde gökyüzündeki bulut hafif bir rüzgarla kıvrılmakta,
dağların yüzeyi, köyün ağaçları ve ön plandaki selviler hep bu rüzgarın
etkisi ile dans etmektedir sanki. Gözlerinizi kapayıp tekrar açtığınızda
resmin canlanacağını sanırsınız. Van Gogh'un bu etkiyi yalnızca renkler
ve fırça darbeleri ile yaratmış olduğunu bilmek onun dehasının farkına
varmak için yeterlidir.
Van Gogh'un zor hayatını, ruhsal
gel-gitlerini ve çaresizliklerini duygusal kırılganlığı ile harmanladığı
bu eser onun için bir umut arayışını mı, yoksa sakinliğe ve huzura dair
bir özlemi mi simgeliyordu, asla tam olarak bilinemeyecek. Fakat,
gecenin masmavi karanlığında parlayan ay ve yıldızların altındaki bu
kasaba manzarası tüm zamanların hafızalarda en çok yer eden
görüntülerinden biri olmaya devam edecek.
Van Gogh'un hayatı babasının ona anlattığı İkarus'un öyküsüne benzer
1853 doğumlu Van Gogh'un hayatı babasının ona anlattığı İkarus'un öyküsüne benzer. "Güneşe uçmayı amaçlayan, belirli bir yüksekliğe varan, ama birden kanatlarını yitirip denize düşen İkarus..." Hayatı
boyunca tabiri caiz ise hiçbir işte dikiş tutturamamış, başarıyı
tadamamış, kardeşi Theo dışında ailede horlanmış, yalnız bir insan Van
Gogh. Bir Papazın oğlu. Başlangıçta kendini dine adamış, insanlardan
uzak yaşamakta direnmiş, sonrasında kafasını taktığı teolojik meseleler
için hayattaki tek pişmanlığım diyebilecek kadar hayatı gel-gitlerle
dolu bir insan. "Tutkulu, coşkulu, duygularına
çabuk kapılan bir insanım ben. Ufak tefek veya büyük delilikler,
saçmalıklar yapabilecek bir tabiatım var. Yaptıklarımdan az veya çok
pişman oluyorum daha sonra" diye tanımlıyor kendisini kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplarda.
Van Gogh'un hayatı
tarih sırasıyla yaşadığı bölgelere göre Hollanda, Paris, Arles,
Saint-Rémy and Auvers-sur-Oise olmak üzere 5 safhada incelenebilir.
27'sinde ressam olmaya karar verir. Gençlik dönemindeki resim alım satım
işi nedeniyle yaklaşık 7 yıldır içinde olduğu resim dünyası ve sanatın
bireyselliği belki de bu kararında etken olmuştur. Gerçekte entellektüel
birikimi çok fazladır. "Kitaba karşı hemen hemen karşı konulmaz bir tutkum var" diye
yazmıştır mektuplarında. Bir yandan İncili, Michelet'nin "Fransız
devrimi"ni okurken, öte yandan Shakespeare'i, Victor Hugo ve Dickens
gibi pek çok yazarın kitaplarını okumuştur. Yine bir mektubunda "Shakespeare harika bir adam! Dili, üslubu gerçekten de bir ressamın ateşle, duyguyla titreyen fırçasıyla kıyaslanabilir."
demiş; öğrenmek, kendini yetiştirmek, dünyaya daha yararlı olmak için
çabaladığını, ancak dört bir taraftan yoksullukla kuşatıldığını, bu
nedenle de varmak istediği hedeflerin dışına doğru sürüklendiğini,
melankoliden kurtulamadığını belirtmiştir. Van Gogh, kardeşi Theo ile
yaptığı anlaşma doğrultusunda Theo'nun gönderdiği harçlıklarla yaşamaya
çalışmış, karşılığında yaptığı tüm resimleri ona göndermiştir. Çoğu
zaman bir lokma ekmek ile boya tüpü arasında seçim yapmak zorunda
kalmışsa da tercihini boya tüpünden yana kullanmıştır. Kısa süreli de
olsa Theo'ya yakın olabilmek için bir dönem Paris'te kalmıştır.
Ressamın bu kulağı
sargılı otoportresi ciddi ruhsal hastalığının psikozlar ve sanrılar
halinde tekrarlaması sonucu geçirdiği sıkıntılı dönemin sonunda
üretilmiştir. Yaşadığı ruhsal hastalık sebebiyle bir sinir krizi sonrası
Van Gogh, Arles'daki evi ve stüdyosunu 7 hafta boyunca paylaştığı
ressam Gauguin'e bıçak çeker ve Gauguin'in evi terk etmesine sebep olur.
Olayın ardından ruh sağlığı ciddi anlamda bozulan ressam, kendi kulak
memesini kesip bir fahişeye hediye eder ve hediyesini hayatı pahasına
korumasını ister. Bir sonraki gün evinde kanlar içinde ölmek üzere
bulunan ressam apar topar hastaneye, bir süre sonra da Saint Rémy'de bir
sanatoryuma kaldırılacaktır (bknz. Yıldızlı Gece "The Starry Night", Ayçiçekleri "Sunflowers", Arles'da Yatak Odası "Bedroom in Arles" - Van Gogh). Ressam bu otoportreyi tüm bu sürede yaşadıkları sonucu tamamen değişmiş olan kendi-imajının bir yansıması olarak üretmiştir.
Olayın
iki hafta sonrasında yapılmış bu resim genellikle Van Gogh'un Gauguin
ile birlikte stüdyosunda sanat eserleri üretme rüyasına bir elveda deyiş
olarak yorumlanır. Hayalkırıklığı ve depresyon içindeki ressam o
dönemde hayallerini kaybetmiş, yalnız ve umutsuz bir haldedir. Öte
yandan eserin Van Gogh tarafından doktorlarına bir kanıt niteliğinde
yapılmış olduğu da düşünülebilir. Hastaneden çıkarıldıktan sonra normal
yaşantısına döndüğünü, kendi kendine idare edebildiğini ve bu sebeple
bir akıl hastanesine kapatılmasının gerekli olmadığını doktorlarına
ispat etmeye çalışmaktadır. Üzerindeki kışlık palto ve kürklü şapka
doktorların önerisine uyup sıkıca giyindiğini; aralık pencere önerildiği
gibi zihninin sağlıklı çalışabilmesi için gerekli temiz havayı
aldığını; kafur ağacı özüne batırılmış sargısı ise iyileşmesi için
gerekli tedaviyi uyguladığını gösterir niteliktedir. Van Gogh, aynı
dönemde kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplarda da "Güney'de bir Stüdyo Kurma" planlarından vazgeçmediğini ve hatta Gauguin ile bile yeniden bir başlangıç yapabileceklerine inandığını söylemektedir.
Resimde
sargılı kulağı ile ön planda görünen Van Gogh'un arkasında sol tarafta
boş bir tuval, sağ tarafta ise canlı renkleri ile dikkat çeken bir Japon
baskısı vardır. Ressam, Japon sanatının özenli ve tek bir amaç ve
ideali benimseyen yapısı ile oluşturulmuş ütopik eserlerinin hayranıdır.
Van Gogh Fuji Dağı ve iki geyşayı gösteren bu baskıyı Sato Toriyako'nun
eserinden almıştır. Orijinal eseri kendi tablosuna yerleştirirken bir
miktar değişiklik yapan Van Gogh, en sağdaki geyşayı görünümden
kaldırırak Fuji Dağı'nı görünür kılmış ve resmin ortasındaki turna
figürünün keskin gagasını diğer kulağını kesecek gibi bir hizaya denk
getirmiştir. Soldaki kendi boş tuvali ile sağda zengin motiflerle süslü
Japon baskısı bir karşıtlık yaratmaktadır. Belki de bu ressamın
hayranlık duyduğu bu uzak doğu sanatı ile kendininkini
karşılaştırmasının göstergesidir.
Geyşalar ve Manzara "Geishas in a Landscape" - Sato Toriyako (yayımcı) , 1870-1880
Van
Gogh'un eserlerinin en çarpıcı noktası olan fırça darbeleri resmin
genelinde hakimiyet gösterir. Özellikle paltonun ve sapkanın dokusunu,
yüzünün hatlarını belirleyen keskin darbeler seyircide dokuların ve
yüzeylerin desenlerinin algılanmasını sağlar. Dokularla birlikte resimde
renkler de ilginç şekilde birbiri ile uyum gösterir. Van Gogh'un mor
renkli şapkası pencerenin rengi ile, soluk sarı renkli teni duvarlarla,
paltosu ve gözleri arkaplandaki baskının manzarası ile, sargının beyaz
rengi ise boş tuval ile uyum içindedir.
Eser Van Gogh'un kendini
kanıtlama çabası olarak değerlendirilebilmesine rağmen, Van Gogh'un
acılı, zavallı duruşu ve delip geçen bakışları eseri hüzünlü bir
duygusal yapıta dönüştürür. Ressamın keskin ve net fırça darbeleri ile
resmedilmiş ince, soluk yüzü ve gelişigüzel tıraş edilmiş sakalı
seyircide bir yakınlık ve dolaysızlık hissi uyandırır. Kalın paltosu ve
kürklü kışlık şapkasına rağmen Vincent sanki içten içe titriyor gibidir.
Ayçiçekleri'nin yarattığı sıcak ve umut dolu atmosferden bu resimde
geriye kalan sadece soğuk bir kış hissidir.
Yüzünün sağ tarafını
hafifçe dönerek seyirciye sargılı kulağını bir şehitlik göstergesi imiş
gibi sergileyen Van Gogh, belki de bu utanç verici otoportresinde dehşet
içinde kendine yaptığı korkunç olayı kabullenmekte ve suçunu
üstlenmektedir.
Ben kendi çalışmalarım için yaşamımı tehlikeye atıyorum
Öte yandan son mektubunda sanki Millet'nin "sanat bir savaştır, bu işe baş koymak gerekir" öğüdüne kulak vermişcesine "... ben kendi çalışmalarım için yaşamımı tehlikeye atıyorum, bu çalışma uğruna yarı deli bir insan oldum - olsun, ..." diyerek
resim sanatına olan karşı konulmaz tutkusu için yaşamını feda
edebilecek kadar yürekli bir insan olduğunu ortaya koymuştur Vincent Van
Gogh.
Van Gogh portrelerinde
ifadeye önem vermiş, resimlerine ruh katmıştır. Kendisinin pek çok
oto-portresini yapmasına rağmen hiçbir zaman portrelerinde tekrara
düşmemiş, o anki ruh halini yansıtmasını bilmiştir hep.
Empresyonistlerin (İzlenimcilerin) döneminde yaşamasına rağmen Ekspresyonist (ifade dolu) izler
taşıyan resimler yapmış ve kendinden sonra gelen kuşakları derinden
etkilemiştir. Boyayı doku halinde kullandığı resimlerinde kendine
malolmuş çizgisel fırça tekniği ve kontrast renkler nedeniyle hep bir
devinim, bir canlılık sözkonusudur. En durağan konulu peyzajlar bile
aslından öte bir dinamizme kavuşmuştur. Sarı rengi sahiplenmişcesine
paletinden "Van Gogh sarısı" hiç eksik olmamıştır. Öyle ki, mezarını yine sarı renkli çiçekler süslemiştir.
Van Gogh'un yokluğuna
dayanamayan, oğluna Onun ismini verecek kadar Onu çok seven Theo da bir
süre sonra ölür ve ağabeyinin kabrinin yanına gömülür. Böylece dünya
resim sanatının, sadece resimleriyle değil yaşamıyla da en renkli, en
dramatik, belki de anlaşılması en zor simalarından biri olan Vincent Van
Gogh'un kısa yaşamı ardında binlerce resim bırakarak trajik bir şekilde
37 yaşında noktalanmıştır.
Işık kirliliğinden,
kentlerden uzak bir yerde, sabredip bir süre parlak gökyüzüne
baktığınızda kayan bir yıldız göreceksiniz. İşte o an bilin ki Van Gogh
size sesleniyor: "Starry Starry Night." Van Gogh'a saygılarımla...