Düşünen Adam heykeli, Auguste Rodin tarafından yapılan sanatsal bir eserdir. Paris'te bulunan Rodin Müzesi`nde sergilenen Düşünen Adam heykeli, bronz ve mermer karışımından üretilmiş olup, sıklıkla felsefi düşünceyi anlatan bir simge olarak kullanılmaktadır.
Küçük boyutta ilk sıvama dökümü 1880 yılında yapıldı. Büyük boyuttaki ilk haline bronz döküm olarak 1902 yılında başlayan Rodin, bunu 1904 yılında tamamladı. Son halini alması 1906'yı bulan Düşünen Adam, 1922 yılında o dönemde otel olan Rodin Müzesi'ne taşındı.
Eserin bir kopyası da 13 Haziran - 03 Eylül 2006 tarihleri arasında istanbul'da bulunan Sakıp Sabancı Müzesi'nde sergilenmiştir. Düşünen Adamın Hayatı Rodin’in onca heykeli varken “Düşünen Adam” heykelinin kopyasının akıl hastanesinin bahçesine dikilmesi fikri, 1950’li yıllarda başhekimlik yapan Fahri Celal Göktulga’dan çıkmış.
1953 yılında bir dergide heykelin fotoğrafını gören Başhekim Göktulga, heykelin yapımı için orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat’a ricada bulunmuş. Aslında güzel sanatlar mezunu olmayan, Bakırköy’de yaşayan Künmat, eli yatkın olduğu için Rodin’in eserini yapmayı kabul etmiş. Bakırköy’deki taş ocaklarının birinden çıkartılan devasa kaya, askeri birliklerin de yardımıyla bugünkü heykelin durduğu yere getirilmiş. Düşünen Adam’ı yontmaya başlayan Künmat, heykelin bitmesine az kala “Ben bu kadar emek harcıyorum, paramı isterim...” demeye başlamış. O dönem başhekim yardımcısı olan Faruk Bayülkem, Künmat’ın, Düşünen Adam için 40 bin lira istediğini söylüyor. Başhekim maaşının 400 lira olduğu günlerde zaten ‘heykel ödeneği’ olmadığı için Künmat’ın talebi geri çevrilmiş. Bunun üzerine alıngan heykeltıraş, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan öylece bırakmış. Göktulga, Künmat’ın hastanede çekip gitmemesi için ikna edilmek üzere Bayülkem’i görevlendirmiş. Künmat’a para verilmemiş ama özel odalarda yatırılmış, gömlek alınıp hediye edilmiş. Bakırköylü Rodin, emeğinin karşılığını alamayınca heykeli öylece bırakarak gitmiş. Heykel 6 ay boyunca kolsuz beklemiş.
Hastane yönetimi kara kara düşünürken, depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin kolunu tamamlayabileceğini söylemiş. Bayülkem, heykelin diğer yerlerini de bozmasından korktuğu Yüzbaşı’ya başka bir kaya parçası vererek bir kol yapmasını istemiş. Yüzbaşı güzel bir kol yapınca, Düşünen Adam yeni ustasına havale edilmiş. Hastane yönetimi “Heykeli tamamlarsan taburcu olacaksın.” diye vaatte de bulunmuş. O da kabul etmiş. Bakırköy’deki Düşünen Adam’ın elini çenesinin altına koyduğu, dirseğini de dizine dayadığı sağ kolu işte bu yüzbaşı tarafından tamamlanmış. Yüzbaşı, heykeli tamamladıktan sonra gerçekten taburcu edilmiş. O dönemde heykelden çok gazetecileri bir düşünce almış. ‘Neden düşünen adam heykeli dikildiği’ sorgulanmaya başlanmış. Bayülkem gülerek gazetecilere, “Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor.” yanıtını verdiğini söylüyor.
Heykel, zamanla Cehennem Kapısı’ndaki Dante’yi bile unutturup bambaşka anlam kazandı Türkiye’de. Yarım asır önceki gazetelerin “Dikkat! Tımarhaneden azılı ve tehlikeli bir deli kaçtı, aramızda dolaşıyor” manşetlerini attığı günlerden Yeşilçam filmlerine kadar ‘akıl hastalığı’ ile özdeşleşti adeta.
Türkiye’de ‘akıl hastalığı’ ile özdeşleşen “Düşünen Adam” heykelinin ardında renkli bir hikaye saklıdır. Bu heykel hakkında türlü türlü hikayeler, şehir efsaneleri yada yakıştırmalar mevcuttur.
Dünyaca ünlü Fransız heykeltraş Auguste Rodin’in meşhur heykelinin Bakırköy’deki akıl hastanesinin bahçesine dikilmesi fikri, 1950’li yıllarda başhekimlik yapan Fahri Celal Göktulga’dan çıkar. Göktulga, heykelin yapımı için orada yatan hastalardan Kemal Künmat’a ricada bulunur. Künmat, eli yatkın olduğu için Rodin’in eserini yapmayı kabul eder. Bakırköy’deki taş ocaklarından birinden çıkartılan devasa kaya, askerlerin yardımıyla bugünkü heykelin durduğu yere getirilir. Taşı yontmaya başlayan Künmat, heykelin bitmesine az kala emeğinin karşılığı olarak 40 bin lira ister. Yönetimden para çıkmayınca, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan öylece bırakır. Düşünen Adam, 6 ay böylece ‘kolsuz’ düşünmek zorunda kalır. Yetkililer kara kara düşünürken, depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin kolunu tamamlayabileceğini söyler. Yönetim, “Heykeli tamamlarsan taburcu olacaksın.” diye vaatte de bulunur. Bakırköy’deki Düşünen Adam’ın sağ kolu işte bu yüzbaşı tarafından tamamlanır.
Bu heykelin en çok tartışılan yönleri heykelin çıplak olması ve adamın sağ dirseğinin sol bacağına dayanıyor olmasıdır
RODİN ''İN ünlü düşünen adam heykeli... Türkiye''de ilk defa geçen eylülde Sabancı Müzesi''nde sergilenmişti. O zaman yazmak istedim, güncel olaylar izin vermedi. Dün Alem dergisinde Ömer Çelik''in verdiği mülakatı okuyunca "düşünen adam"ı yazmaya karar verdim.
Benim için siyasi kimliğinden çok entelektüel kimliği önemli olan Ömer Çelik şöyle diyor:
Rodin''in ''Düşünen Adam'' heykeli Batı''da büyük üniversitelerin bahçesinde dururken, bizde ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin bahçesinde duruyor!
Çelik, sözlerine "Hatta biz düşünmeyi tehlikeli buluruz" diye devam ediyor.
Çelik''in bu satırlarında tarihteki ve günümüzdeki birçok problemin kaynağına işaret var. Bunu kısaca "insan beynini yeterince çalıştıramamak" diye özetlemek istiyorum.
Beynimiz düşük kapasiteyle çalışınca, üretimi de ona göre oluyor! Kol gücüne dayalı bir toplum ile "bilgi toplumu" arasındaki farkı bir düşünün!
Hem maddi refah hem zihni ve kültürel kalite bakımından...
Düşünmenin heykeli
Fransız heykeltıraş Rodin''le ilgili bir anekdot çok ilginçtir. Rodin bir heykel yapıyor, öğrencilerine gösteriyor...
Hocam elleri muhteşem! Şu ellere bakın, sanki Tanrı özenip de yaratmış!
Bütün tepkiler böyle. Sinirlenen Rodin atölyedeki çekici alıp heykeli paramparça ediyor:
Demek ki eller bütünle uyumlu değil! Hiçbir parça bütünden önemli olamaz!
Düşüncenin bu yüksek düzeyi olmadan, sırf doğuştan gelme yetenekle "Rodin" olunabilir miydi?
"Bütün-parça münasebeti" insan düşüncesinin yüksek düzeylerinden biridir.
Her yüksek bilim ve sanat ürününün ardında onu yaratan büyük bir felsefi ve zihni birikim mutlaka vardır.
Yüksek bilim, sanat ve düşünce ancak "beynin tam kapasite çalışması"yla mümkün oluyor. Beynin çalışmasından korkan veya beyni dürtecek, tahrik edecek, çalıştıracak özgürlük ve çeşitlilik ortamına sahip olmayan toplumlar geri ve yoksul kalıyor.
Avrupa''da bilim devrimini yapan "büyük yüzyıl", 16. yüzyıl yaşanmamış olsaydı, Rodin, bir senyörün bahçesine herhangi bir heykel yapabilirdi ama "Düşünen Adam"ı heykelleştirmeyi düşünebilir miydi? Emin değilim.
Üniversite ve düşünce
Bahçesine "27 Mayıs Anıtı"nı değil de "Düşünen Adam"ı veya öyle bir heykeli diken bir üniversite daha verimli olmaz mıydı?
Üniversite kurumuna elbette en çok yakışan, "beynin tam kapasite çalışması"nın zihniyetini ve heyecanını oluşturmaktır. Elbette böyle üniversitelerimiz var. Ama genelde üniversite sistemimiz "tam kapasite" çalışıyor mu?
Bizde üniversite kurumu "öğretim üyeleri tasfiyeleri" ile kuruldu! Öyle devam etti. Bizde bütün düşünce akımlarının da mutlaka tasfiye edilmeli diye baktığı "öteki"leri vardır!
Böylece beynimizin bir bölümünü tembelleştirip dumura uğratmıyor muyuz?
Dürtülmeden, tahrik edilmeden, serbest bırakılmadan beyinler nasıl yüksek kapasiteyle çalışacak?!
Şehirleşmenin geç başlaması yüzünden Türkiye geçici bir ''köylüleşme'', daha doğrusu varoşlaşma süreci yaşıyor, evet ama geçici. Her şeye rağmen iyiye gidiyoruz. Türkiye''ye lokomotiflik yapan girişimci orta sınıf hızla gelişiyor ve Türkiye''yi de geliştiriyor. Rodin''i de Türkiye''ye onlar getirdiler zaten. Bakın, geliştikçe düşünmeye, bilmeye, yenileşmeye ihtiyacımız da artıyor.