ORDUMUZUN ZABİTLERİNE
Akhisar cephesi, düşmanın ilk temasıyla çürük bir tülbent gibi
yırtılmıştı. Bizans orduları, beş asırlık bir ayrılıktan sonra uzun bir
yoldan, tekrar avdet ediyorlardı. Evleri yanmış, halkı hicret etmiş bir
kasabamızda, Aydın’ın ıssız bir gecesinde, kaldırımları döven Yunan
süvarilerinin ayak seslerini yatağımda doğrularak dinledim. İstanbul
surları önünden, gemilere atlayarak şişkin yelkenlerle bir daha
dönmeyecekmiş gibi uzaklaşanlar, yeni bir hükümet, yeni bir ordu halinde
geri geliyorlardı.
Felâket büyüktü. Aylarca mücadeleden sonra Bursa düşmüştü. Gece su
sesleri içinde uyuyan Bursa, başının ucunda ay ışığıyla aydınlanmış gibi
ak minarelini, her biri birer gufran fevvaresi gibi fışkıran Mekke
yeşili ihtiyar servileriyle bin bir sevgimizin tavaf yeri olan Bursa,
dede çınarlarının dallarında sahil sesleri eksik olmayan, deniz altına
mahsus karaltılarla, türbelerinin, mabetlerinin içinde serin renk
dalgaları uyuyan Bursa; ilkbahar olduğu vakit ufuklardan ufuklara
tutuşan gelincik bulutlarıyla ovalarına şafaklar devrilmiş gibi görünen
Bursa, o da teslim olmuştu. Bütün Anadolu tutkun bir musibet havası
içindeydi. Bu, büyük mücadeleye halk kuvvetleri yetmiyordu, bunu
anlamıştık Ordumuz! Sen nerede idin? Gözlerimiz seni arıyordu. Cihan
Harbi'nden beri ardında kaybolduğun ufuktan tekrar görünmeni, gök
gürültüleri içinde harp sahnesine yeniden girmeni bekliyorduk. Anadolu
topraklarını bir yangın kızıltısı aydınlatırken, sen uzaklarda,
gerilerde durabilir miydin? Bugün bayramını idrak ettiğimiz muharebeden
bir ay evveldi, güneye doğru bir seyahatten geri dönerken yolda seninle
karşı karşıya geldik Dalgalı bir ufuktan, harp tehdidi altında duran bir
ovaya, korkunç bir sessizlik gibi akıyordun. Sen tekrar ortaya
çıkmıştın. En öndeki zabite sordum: "Ökçelerin aşınmış, nereden
geliyorsun?"
Gözleri cevap verdi:
-Uzun Kafkas yollarından, Dicle sahillerinden, Sina çöllerinden
geliyorum. Cevap veren gözlerine baktım; içleri yaz geceleri gibi sıcak,
hisli, derin ve karanlıktı. "Bu karanlıkları nerden-aldın?" dedim.
"Uykusuz gecelerde, nihayetsiz bir vatanın sonu olmayan sınırlarını
beklerken gözlerime, o gecelerden bu karanlıklar doldu" dedi. "Evin var
mı?" diye sordum; "bilmiyorum" dedi. "Çocuğun var mı?" dedim. Gözleri
yaşardı mı, iyi fark edemedim; "bilmiyorum" dedi.
Ey Türk ordusunun iklimden iklime, diyardan diyara koşan, gazadan gazaya
geçen zabiti! Sen eski Roma Lejyonlarının başında, meçhulden meçhule
giden kadim kahramanlar gibisin. Her gün yeni bir yangını genç, kızıl,
coşkun kanlarını boşaltarak söndüren sensin. İstiklâl cihadımızın bu ilk
bayramını senin tekrar dönüşünü selamlamak için yapıyoruz. Ana
topraklara sızan cömert, civanmert kanın ufkumuzda bir necat şafağı
oldu. Birinci İnönü'nden beri, o şafak felâketli alınlarımız karşısında
parlayıp duruyor. Bunun için, o büyük günün yıldönümünde, herkesten
evvel elimizi sana uzatıyor, bize hayat ve istiklâl bahşeden aziz,
mübarek ellerini minnetle sıkarak herkesten önce seni tebrik ediyoruz.
(Hamdullah Suphi Tanrıöver, MEB. Yay. )
Atatürk'ün, Birinci TBMM Başkanlığına Seçilisi Dolayısıyla Yaptığı Konuşma:
Muhterem Efendiler!
Milletin mukadderat-ı umumiyesine fiilen ve tamamen vaziyet ederek,
makam-ı saltanatın duçar olduğu esaretten kurtuluşu ve memleketin
bütünün selâmeti uğrunda her fedakârlığı büyük bir azim ile yerine
getirmeğe karar vermiş olan yüce meclisinizin başkanlığına seçilmek
suretiyle hakkımda gösterilen itimad ve teveccühün müteşekkiri ve
minnettarıyım.
Hayatımın bütün safahatında olduğu gibi, son zamanların buhranları ve
felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki her türlü huzur ve
istirahatımı, her nevi şahsi duygularımı milletin selâmeti ve saadeti
namına feda etmekten zevkiyâb olmayayım. Gerek hayat-ı askeriye ve gerek
hayat-ı şahsiyemin bütün tavır ve safhalarını işgal eden
mücadelelerimde daima düstur-u hareketim, irade-yi milliyeye dayanarak
milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. Bugün
heyet-i muhtereminizin oy çokluğu ile tecelli etmiş olan itimad-ı
milliyi liyakatimin çok üstünde görmekle beraber, şahsım için bir gaye
olarak değil, müştereken giriştiğimiz mücâhede-yi mukaddesenin dayandığı
gayelerin tahakkuku için milletin bahşettiği bir istinatgâh olarak
telakki ediyorum. Bu milli birliğin bana yüklediği mes'uliyeti biliyorum
ve hepiniz de biliyorsunuz ki, pek ağırdır. İçinde yaşadığımız emsalsiz
dakikaların vahametine rağmen, bu ağır milli mes'uliyetin altında ancak
muhterem heyetinizin yardım ve teşviklerinin daima ve daima hak
yolundaki savaşa rağmen avn ve inayet-i sübhaniyyeden ümitvar olarak
çalışacağım.
Nutuk, kelime anlamı olarak, “söz, lakırdı; söyleyiş, söylemek kuvveti”
demektir. Türkçede bu kelime daha çok “bir topluluğa karşı söylenilen
söz, hitabet” karşılığında kullanılmaktadır.
Dinleyenleri coşturmak ve belli bir amaca yöneltmek; onlara bir duyguyu,
bir düşünceyi, bir isteği, bir ülküyü aşılamak; önemli açıklamalarda
bulunmak için yapılan etkili, coşkulu konuşmalara Söylev (Nutuk) denir.
Söylevler; dinleyenlerin zekâ durumlarına, hayal güçlerine, duygularına,
ilgilerine göre hazırlanır. Dinleyenleri düşündürür, onlarda ilgi
uyandırır, onları coşturur, onlara beklenen davranışı yaptırır.
Söylevde; konuşmacıyı ve dinleyenleri yanılgıya düşürmemek için aceleye
getirmeden düşünerek konuşmak, dinleyenlere karşı iyi niyet beslemek,
dinleyenlerin inanmasını sağlayacak biçimde dürüst konuşmak,
dinleyicilere karşı yaşının verdiği olgunluk içinde konuşmak,
dinleyenleri kıracak biçimde konuşmamak, gerekirse kendini
dinleyicilerin yerine koymasını bilmek, basmakalıp sözler kullanmamak,
abartarak konuşmamak gibi ahlâk ölçülerine önem verilmeli, özen
gösterilmelidir. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 246)
Söylev (Nutuk), aslında bir sözlü kompozisyon ürünüdür. Yalnız nutuk,
yazıya geçmişse ve kitabî özelliği varsa aynı zamanda yazılı kompozisyon
ürünü olarak da kabul görür. Türk edebiyatının en güçlü söylev (nutuk =
hitabet) örneği Atatürk’ ün “Büyük Nutku“dur.
Hatiplik sanatı, insanlık tarihinin en eski sanatlarındandır. Bu sanatla
peygamberler ve din adamları insanları doğru yola davet etmişler;
padişahlar, krallar ve kumandanlar ordularına bu sanatla hükmetmiş ve
savaşlar kazanmıştır. Hatip olmak isteyen kişi iyi düşünen, çok okuyan,
çok tecrübeli, gözlemi kuvvetli, içerisinde bulunduğu toplumu çok iyi
bilen, bilgili, ileri görüşlü, söz kurallarına gerektiği kadar önem
veren kişi olmalıdır. Hatip, gür sesli, özgür yaratılışlı, sevimli ve
cana yakın olmalıdır. Derin hissilik, canlı hayat, sağlam yapılı
bulunmak, inanç ve fikirlerde içtenlik, gür bir anlatım şekli hatibin
belirgin özellikleridir. Hatibin dört temel amacı vardır.
* Bir fikri veya bir meseleyi açık bir şekilde anlatmak
* Dinleyiciler üzerinde bir iz bırakarak onları ikna etmek
* Dinleyicileri harekete geçirmek
* Dinleyicileri eğlendirmek
Hitabet aslında bir hazırlık konuşmasıdır. Zaten yukarıda tanımladığımız
üzere hatip önceden hazırlanan nutku okuyan kişidir. O yüzden öncelikle
bir nutuk hazırlanırken dikkat edilecek hususları ele almalıyız.
Nutku hazırlayan konuyu planlı bir şekilde hazırlamalıdır. Yazıya
geçirmeli ve hatip yazmış olduğu bu nutka önceden hazırlanmadır. Yazıya
geçirmeli ve hatip yazmış olduğu bu nutka önceden hazırlanmadır. Konuşma
sırasında ise yazılı metni yanında bulundurmalı; fakat konuşma
sırasında kâğıda fazla bakmamalıdır. Konusuna iyi hazırlanan hatip
kağıda göz ucuyla baktığı zaman konuşmasını hatasız yapacaktır.
İçten konuşma yapmak kolay değildir. Büyük hatiplerin bile daha önceden
konusunu hazırladıkları ve yanlarındaki küçük notlarından
faydalandıkları ve o andaki konunun ahengine göre konuşmalarını
değiştirdikleri görülmüştür. Bu yüzden hatip, konuşma sırasında her
zaman metne bağlı kalmayabilir. Nutkun giriş cümlesi toplumun dikkatini
çekecek türden olmalıdır. Hatta ilk cümleler şiirsel bir üslupta
olabilir. Düşüncelerin planı iyi yapılmalı ve kullanılacak üslup iyi
seçilmelidir.
Gelişme bölümünde ise konu her türlü belgelerle konu açılır,
örneklendirilir ve ispatlanmaya çalışılır. Dinleyicinin tansiyonunu
yükseltecek fikirlerle sorulu cevaplı cümlelerle sonuç bölümüne geçiş
sağlanır. Sonuç bölümünde ise işlenen konunun önemi ve toplumdaki
tesirleri kesin ve etkili bir dil ile anlatılır. Hatip işleyeceği konuyu
çok iyi savunabilmelidir. Bunun için de konuşma sanatının inceliklerini
ve toplum psikolojisini çok iyi bilmelidir. Seçtiği kelimeleri ve
kurduğu cümleleri en tesirli şekilde kullanmalıdır. Ses tonu, jest ve
mimikler konuşmasının akışına uygun olmalıdır.
Türk Edebiyatında Söylev: Edebiyatımızdaki ilk söylev olarak, Bilge
Kağan’ın Orhun Abideleri‘nde Türk Budunu’na seslenişi olarak kabul
edilmektedir. Türk Edebiyatı boyunca ortaya konulan söylevleri iki
başlık altında inceleyebiliriz.
- Siyasi Söylev: Türk edebiyatında ise ilk siyasî söylev örneği Orhun
Yazıtlarıdır. Bunlar, 732′de dikilen Kül Tigin, 735′te dikilen Bilge
Kağan, 720-725 yıllarında dikilen Tonyukuk Yazıtlarıdır. Siyasî söylev
örneği olarak ayrıca şu kişilerin söylevlerini de verebiliriz: İttihat
ve Terakki’nin hatibi Ömer Naci, Selânik’te 1906′da Vatan ve Hürriyet
Cemiyeti’nin bir toplantısında Atatürk’e hitaben şöyle der: “Mustafa
Kemal! Arkandayız, seni takip edeceğiz! **ümler, cellâtlar, işkenceler
bile bizi bu azmimizden çeviremeyecektir. Hürriyet verilmez, ancak
alınır. Zulüm ve istibdad altında inleyen bu masum ve bîçâre milleti
kurtaracağız, yaşasın hürriyet ve istiklâl!” (Fethi Tevetoğlu, Ömer
Naci, Ankara (1987)
Halide Edip Adıvar (1884-1964), özellikle Mondros Mütarekesinden sonra
İstanbul ve İzmir’in işgal edildiği sıralarda, 16 Mayıs 1919′da İstanbul
Sultanahmet’te düzenlenen protesto mitinginde şöyle der: “Kardeşler,
Vatandaşlar! Yedi yüz yılın şerefi, göğe yükselen bu minarelerin
tepesinden Osmanlı tarihinin yeni faciasını seyrediyor, bu meydanlardan
çok zaman alay hâlinde geçmiş olan büyük atalarımızın ruhuna
hitabediyor, başımı bu görünmeyen ve yenilmez ruhlara kaldırarak diyorum
ki: Ben İslâmiyet’in bedbaht bir kızıyım ve bugünün talihsiz fakat aynı
derecede kahraman anasıyım. Atalarımızın ruhları önünde eğiliyor,
onlara bugünün yeni Türkiyesi adına hitabediyorum ki, silâhsız olan
bugünkü milletin kalbi de onlarınki gibi yenilmez kudrettedir, Allah’a
ve haklarımıza iman ediyoruz.”
Yine aynı şekilde;
Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885-1966) de 30 Mayıs 1919′da İkinci
Sultanahmet Mitingi’nde İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto
konuşmasını şöyle bitiriyordu: “Sevgili millettaşlarım! Dualarınızı,
dileklerinizi, iradenizi kendi sesimde toplayarak bütün dünyaya
haykırıyorum: Esarete razı değiliz. Biz esir olamayız, Türk vatanına
karşı hazırlanan su-i kastı biliyoruz ve reddediyoruz. İstanbul ve
Anadolu
Türk kalacaktır!….” Hamdullah Suphi Tanrıöver’in hitabeleri Dağ Yolu 1,2 (1987) adlı kitapta toplanmıştır.
Mehmet Emin Yurdakul da 23 Mayıs 1919 günü Sultanahmet Meydanı’nda
200.000 kişiye şöyle hitap ediyordu: “Kardeşler, Keşke asırların
geceleri ve dünyaların mezarları gözlerime dolarak bir kör olsaydım.
Sokak sokak dilense idim de milletimin, kulağımı parçalayan bu felâket
seslerini işitmeseydim, bu kara günleri görmeseydim. Keşke göğün
yıldırımları, yerin canavarları birleşerek beni kanlar içinde topraklara
yuvarlasaydı da vatanımın bu musibeti huzurunda bulunmasaydım ve bu
azapları çekmeseydim. Zira bugün uğradığı felâket ve musibetler o kadar
acı!…”
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ün 15-20 Ekim 1927
tarihlerinde Cumhuriyet Halk Partisi İkinci Kurultayı’nda 36.5 saat
süreyle okuduğu Nutuk‘u, Gençliğe Hitabe’si ve Cumhuriyetin 10. yılında
okuduğu 10. Yıl Nutku önemli birer söylev örneğidirler.
Süleyman Nazif de 23 Kanun-ı Sani 1920′de Cuma gün, İstanbul
Üniversitesi Konferans salonunda düzenlenen Piere Loti gününde yaptığı
konuşmayı Hitabe (1920) adıyla yayınlamıştır.
Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif, Behçet Kemal Çağlar, Selim Sırrı
Tarcan, Osman Bölükbaşı… gibi siyasi kimliği olan kişiler siyasal
söylevlerinde başarılı sayılabilir.
- Bilimsel ve Kültürel Söylev: Örgün eğitim kurumlarında ders veren
öğretmen ve öğretim üyeleri de öğrencilerin karşısında bir anlamda
hatiptirler. Eğitimciler de derslerinin etkili olabilmesi için hitabet
sanatının inceliklerine baş vururlar. Ayrıca genele açık bilimsel
toplantı, panel ve konferanslarda yapılan konuşmalar da bu gruba
girmektedir. Belli bir kültürel derinliğe sahip düşünce adamları ve
sanatçıların fikir; sanat ve kültür konularında verdikleri konferanslar
da hitabet türü içinde değerlendirilirler.
Fazıl Ahmet Aykaç Hitabeler (1934), Hamdullah Suphi Tanrıöver
(1885-1966), Necip Fazıl Kısakürek Müdafaa (1946), Sahte Kahramanlar
(1976), Yolumuz Halimiz Çaremiz (1977)… Osman Yüksel Serdengeçti
(1917-1983)…
CUMHURİYETİN 10. YILDÖNÜMÜ NEDENİYLE ATATÜRK'ÜN NUTKU - YENİ TÜRKÇE
Türk Ulusu!
Kurtuluş Savaşı'na başladığımız 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk Ulusunun bir bireyi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinici ve coşkunluğu içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk Kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki başarıyı, Türk Ulusunun ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimle yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı hiçbir zaman yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak zorunluluğunda ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en bayındır ve uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Ulusumuzu en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bize zaman ölçüsü geçmiş yüzyılların gevşetici görüşüne göre değil, çağımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmektedir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Bunda da başarılı olacağımıza kuşkum yoktur. Çünkü Türk ulusunun karakteri
yüksektir. Türk ulusu çalışkandır. Türk Ulusu zekidir. Çünkü Türk Ulusu, ulusal birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk Ulusunun yürütmekte olduğu yükselme ve uygarlık yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müsbet bilimdir. Şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan topluluğu olan Türk Ulusunun tarihsel bir niteliği
de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki ulusumuzun yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusuna ara vermeden ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek ulusal ülkümüzdür. Türk ulusuna çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün insanlığa gerçek huzurun sağlanması yolunda, kendine düşen uygarca vazifeyi yapmakta başarılı kılacaktır. Büyük Türk Ulusu! Onbeş yıldan
beri, giriştiğimiz işlerde başarı vaat eden çok sözlerimi işittin.
Mutluyum ki, bu sözlerimin, hiçbirinde, ulusumun, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inanç ve kesinlikle söylüyorum ki, ulusal ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk Ulusunun büyük ulus olduğunu bütün uygar dünya, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Hiçbir an kuşkum yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar
niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonra ki gelişmesi ile, geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Ulusu!
Sonsuzluğa akıp giden her on yılda, bu büyük ulus bayramını daha büyük onurla, mutluluklarla, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!
29 Ekim 1933
TÜRK DİLİ VE KOMPOZİSYON BİLGİLERİ
SÖYLEV (NUTUK)
“Söze iyi başlayın, iyi bitirin; arasını neyle doldurursanız doldurun." Victor MURDOCK
“Söylevlerde en önemli nokta, söze iyi başlamaktır. İlk sözler, ilk
izlenimler son derece önemlidir. Söylevin başındaki beş on sözcükle,
dinleyiciler ya kazanır ya kaybedilir.” L. THORPE
Bir topluluğa veya kitleye belli bir düşünceyi ya da bir duyguyu
aşılamak için, coşkulu ve sanatlı bir dille yapılan konuşmalara söylev
(nutuk) denir. Bu tür konuşmalara hitabe, nutuk söyleme sanatına
hitabet, topluluk önünde bu türde konuşma yapanlara hatip denir.
Tıpkı tartışma gibi söylev de demokratik toplumlarda doğan ve gelişen
bir söz sanatıdır. Büyük hatipler, söz ve düşünce özgürlüğünün
bulunduğu, demokrasinin var olduğu ülkelerde yetişme imkânı bulurlar. Bu
insanlar topluma yepyeni bir heyecan vererek onları bir düşünce, bir
duygu idealinde birleştirirler. Demokrasinin bulunmadığı toplumlarda,
gerçek anlamda, söylevden bahsedilemez. Buradaki söylevler, toplumu
kabullenmeye zorlayan kasıtlı ve yanlı konuşmalardır.
Söylevin insan veya topluluklar üzerinde etkisi büyüktür. Sönen
heyecanlan canlandırır, topluma yeni haklar kazandırır, yenilmiş
orduları zafere ulaştırır, kaybedilmiş davaları kazandınr, topluma belli
bir düşünce ve ideal aşılar, toplumu yönlendirir, dinleyicilerin zekâ
ve hayal gücünü geliştirir.
Söylevin günümüzdeki etkisi oldukça fazladır. Özellikle siyasal parti
yetkililerinin meydanlarda veya televizyonlarda yaptıkları konuşmalar
onları amacına ulaştınr. Dolayısıyla siyasal partiler oylarını epeyce
artırmış olurlar. Bu arada bir yanlışı da düzeltmek gerekir. Argoda
“uzun ve sıkıcı bir konuşma yapmak” anlamında kullanılan “nutuk atmak”
sözüne iltifat edilmemelidir.
Söylev Hazırlama: Başarılı bir söylevin temel ilkesi çok iyi hazırlık
yapmaktır. Söylev hazırlanmadan önce zihinsel hazırlık yapılıp amaç
belirlenmelidir. Sonra düzenli okuma alışkanlığı kazanmak, gözlemde
bulunmak, düşünceleri önem sırasına göre düzenlemek, görüşmeler yapmak,
konuyla ilgili kaynaklan taramak ve elde edilen bilgileri
sınıflandırmak, plan ve yüksek sesle prova yapmak gerekir.
Söylevin Konusu ve Süresi: Söylevde konu belirlemek çok önemlidir.
Söylevin konusu belirlenirken ilgi alanı, kaynaklara ulaşma,
dinleyicilerin konuya duyarlılığı vb. hususlar göz önüne alınır.
Söylevin konusu, genellikle toplumsal ve ulusal düşünceler ile
davalardır. Söylevde ayrıca coşku, yönlendirme, sevgi, nefret,
kızgınlık, umut gibi duygusal öğelere dikkat edilir.
Söylevlerin belirli bir süresi söz konusu olmamakla birlikte, sürenin
8-15 dakika olmasında yarar vardır. Hazırlıksız ve coşkusuz yapılan uzun
söylevler dinleyicilerde bıkkınlık yaratır.
SÖYLEVİN BÖLÜMLERİ
Konuyla ilgili tüm bilgi ve belgeler toplandıktan sonra konuşma planı
hazırlanır. Planlı bir söylev, dinleyici üzerinde merak, inanç ve
hayranlık uyandırır.
Her yazılı ve sözlü anlatımda olduğu gibi söylevde de üç ana bölüm vardır:
Giriş: Söylevde söze başlamak güç olduğu kadar, önemlidir de. Çünkü
dinleyicilerin bellekleri canlıdır. Onlan iyi bir söyleyişle etkilemek
gerekir. Giriş bölümünde konu kısaca belirtilmelidir. Konuya bir olaydan
ömek vermekle, dinleyicilere soru yöneltmekle, bir atasözü ya da
özdeyişle, bir tasvirle, hatta bir espriyle girilebilir. Sonra söylevin
amacı açıklanır.
Gelişme: Söylevlerin en geniş bölümüdür. Olaylar hikâye edilir. Dile
getirilen olaylar gerçeğe uygun olmalıdır. İstatistiki bilgiler,
tarihçeler, belgeler bu bölümde verilmelidir.
Konunun neden önemli olduğu ayrıntılarıyla açıklanır. İleri sürülen
tezler örnek verilerek ispatlanır ve bu tezlere karşı görüşler
çürütülmeye çalışılır. Çünkü, dinleyicilerin belleğindeki birtakım
kuşkula rın ve belirsizliklerin giderilmesi gerekir. Bunlar yapılırken
dinleyicinin dikkati daima canlı tutulmalıdır.
Sonuç: Kuşkusuz, söylevin en can alıcı bölümüdür. Konuşmacının ustalığı
burada belli olur. Sonuç bölümü kısa olmalı ve
konu özetlenmelidir.
Yargı, kesin bir dille ifade edilmelidir.
Son sözler; etkili, vurgulu ve duygulu olmalıdır. Çünkü, en son söylenen
sözler dinleyicileri derinden etkiler; onların belleğinde
unutamayacakları izler bırakır. Burada asla, heyecanı azaltıcı,
dinleyicileri karamsarlığa ve bıkkınlığa sevk edecek ifadeler
kullanılmamalıdır.