Kişisel Gelişim Bağlamında Batı Ve İslam Medeniyeti

Kişisel  Gelişim Bağlamında Batı Ve İslam Medeniyeti

Kişisel  Gelişim Bağlamında Batı Ve İslam Medeniyeti

Geçmişten günümüze dek, var olan tüm din, ahlak ve inanç sistemleri, insanın mutluluğunu, hem bu dünyada hem de ölümden sonrası için, isteme noktasında ortaktırlar. Bu sistemler, insanın hem ruhsal hem bedenî hem de duygusal boyutta gelişmesiyle ve doyum sağlayan bir hayatı nasıl yakalayacaklarıyla ilgilenmişlerdir. Ancak her medeniyetin ve kültürün kendine has bir gelişim, eğitim, toplum ve en nihayetinde bir insan anlayışı vardır. Kişisel Gelişim, medeniyetlerin bu anlayışlarına hizmet eder. Bu amaca ulaşmak için de bir takım yöntemler kullanır. Ancak ne olursa olsun, doğup geliştiği topraklara yabancı yöntem, ve hedeflere sahip olamaz.

Kişisel gelişim,
yeşerdiği toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek üzere ortaya çıkan bir akımdır. Bu bakımdan bu akımın yönünü ve değerini, bir çok şeyde olduğu gibi toplumun ihtiyaçları ve talepleri belirlemektedir. Kişisel gelişimin bu dinamik yapısı onun en temel özelliğini oluşturmaktadır. Nitekim, bir toplumda yeşermiş olan çeşitli kişisel gelişim ürünleri ya da alanları, başka bir toplumda kök tutmayacaktır. Bu da yine o toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyişinden ve kendi kültür ve değerlerinden (toprağından) beslenmeyişinden olacaktır.

Kişisel gelişimin günümüz Türkiye'sinde, kendi kültürel motiflerinden uzak görünmesi, kısıtlı bir kesime hitap edebilmesine ve özellikle dini ve kültürel hassasiyete sahip insanlarımıza ulaşamamasına neden olmaktadır. Halbuki, başta tasavvuf kültürümüz olmak üzere tamamıyla insanı ve insanın menfi duygularını eğitmeyi amaç edinmiş ve yüzyıllardır bunu başarıyla yürütmüş olan "doğal kişisel gelişim" alanlarımız zaten bizde mevcuttur ve bu alanlarımız sadece belirli bir kesime değil, içinde barındırdıkları evrensel insani değerlerle, her zaman ve şartta kullanılabilir bilgilerle, tüm insanlığa hitab etmektedir.

İnsan gelişimi ile ilgili teoriler insanlık tarihi kadar eskiye götürülebilir. Ancak unutmamak gerekir ki insan gelişimini, toplumdan ve insanı insan yapan diğer manevi unsurlardan bağımsız mütalaa etmek mümkün değildir. Yüzyıllardır insanlığın ortaklaşa oluşturduğu evrensel değerler kişisel gelişimden ayrı düşünülemez. Bu nedenle Batı'da "Kişisel Gelişim"in, Doğu'da da "Manevi Gelişim" ya da başka bir ifade veya yöntemle anılan sistemlerin, insana doyum veren bir hayat sunma çabasında olduğu göz önüne alındığında, bu iki medeniyet arasında özellikle hayatın anlamı, uygulamalar, uygulamaların beslendiği kaynaklar, kullanılan yöntemler ve öngördükleri insan ve toplum anlayışları gibi bir çok husus açısından farklılıklar bulunmaktadır.

Batı Kişisel Gelişimi ve İslam Medeniyeti -özellikle de Tasavvuf- "insanların kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayarak, doyum veren, mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamalarım ve bu sayede de başarıyı yakalamalarım" isteme noktasında birleşirler. Bu konuda özellikle son dönem psikologları tarafından "kendini gerçekleştirme" kavramı sıkça zikredilmektedir. Bunların basında da Abraham Maslow gelmektedir. Ancak modern Psikoloji "kendini gerçekleştirme" teorilerini ortaya attığında, bir bilim olarak, Batı toplumlarında, diğerlerinden daha iyi işlev gören insanların özelliklerini tanımlamaktan öteye gidememiştir. Öte yandan insanlara, kendilerini nasıl gerçekleştirebilecekleri konusunda, tanımlanan yüksek işlevlere nasıl ulaşabilecekleri konusunda yol gösterememiştir. Kısmen, "Transpersonal Psikologlar", hangi tekniklerin faydalı olabileceğini tartışmış, ancak kesin bir sonuç ortaya koyamamışlardır. Literatürdeki belgeler de “kendini gerçekleştirme” becerisini elde etmede başarı göstermiş hiçbir metottan söz etmemektedir. Psikoloji ne bu hedefin nasıl elde edileceğini bilimde ne de Tasavvufi literatürde tanımlanan yüce mertebelere ulaşmakta insanlara nasıl yardımcı olunacağını bilmektedir. Çünkü böylesi bir gelişim bilimin ötesinde, ruhsal ve metafizikseldir.

Araştırmalarımızı genişletip, Sufi edebiyatının engin hazinelerini yeterince keşfedebilirsek, tasavvufun sunduğu yöntemlerde, kendini gerçekleştirme deneyimi yaşamış kişilerin bile çok ötesinde bir insan gelişimi mertebesinin olduğunu görebiliriz. Bin dörtyüz yıldır yazılan Tasavvufî metinler, bunların örneklerini sunmaktadır. Bu kadim gelişim alanı, salt tarihi bir olgu olmayıp çağdaş bir insanın da yaşayabileceği bir gerçekliktir. Eğer günümüz insanı hırs ve şehvetle değil de tamamen bilme arzusuyla açık bir zihin ve kalple bu yöntemin temellerine motive olursa, daha yolun başlangıcında, gündelik hayattaki faydalarım görecektir.

İslam medeniyeti tarihinde bugünkü manada "kişisel gelişim" kitapları olarak adlandırabileceğimiz değişik risalelere, kitaplara ya da çeşitli kitapların içlerinde bulunan bölümlere bolca rastlanmaktadır. Bunlara güzel bir örnek olarak, îslam Medeniyetinin önemli kurumlarından olan "Darü'l-Hikmet "de bulunmuş olan meşhur filozof el-Kindi'nin "Def'ul Ahzan" isimli eseri gösterilebilir. Kindi' nin bu eseri Türkçeye "Üzüntüden Kurtulma Yolları" olarak çevrildi. Eserin orijinal adı "el-Hileli-Def-i'l-Ahzan"du. Miladi 9.yy.da yaşamış ve halife Me'mun döneminde (813-833)» devlet desteğiyle sürdürülen tercüme faaliyetlerine redaktör olarak katılan Kindi'nin, Avrupa'nın Ortaçağ'ın karanlıkları içinde boğulduğu dönemlerde yazmış olduğu bu eser. Kişisel Gelişim'in aslında nerdeyse bugünkü anlamıyla ve içeriğiyle İslam Medeniyetinde var olduğunu göstermesi açısından güzel bir örnektir.


Batı ve İslam Medeniyetinin Sahip Olduğu Kişisel Gelişim Anlayışının Özellikleri

Batı'nın sahip olduğu kişisel gelişim anlayışının dikkat çekici özellikleri vardır. Bu anlayışın en çok dikkat çeken özelliği, öngördüğü insan modelidir. Bu insan modeli, başarıya odaklanan ve kendi gücünün zirvesine ulaşmış bir insan modelidir. Bu nedenle insan, başarıya ulaşmak için bir çok şeyi mubah görmeli ve ailesi dahil, iş yerinde ve diğer ortamlarda iletişim kurduğu herkesi de başarıya ulaşmak için birer araç olarak görmelidir. Bu nedenle aile ilişkilerim düzenlemeli, iyi giyinmeli, iyi konuşmalı, iyi beslenmeli, insanları yönetmeyi iyi bilmeli ve hatta arabasına iyi bakmalıdır. Zira tüm bunlar "başarı araçları "nin düzgün kullanıldığının göstergesidir. Halbuki İslam'ın öngördüğü insan anlayışında bu birebir böyle değildir, İslam'a göre başarıya gitmek için her şey araç değil birer yandaştır. Bu nedenle, başta ticaret gibi rekabet sahalarında olmak üzere bir çok alanda, yanımızdaki insanların ve rakiplerimizin de kazanması sağlanır. Sabah saatlerinde kendisinden bir şey satın almak isteyen müşteriye "Ben bugün siftah yaptım. Ancak yandaki esna/yapmadı. Siz ondan alın. Ben size satamam" diyen esnaf, buna en güzel örnektir. 

Hangi inanç ya da düşünce sisteminde hangi ifadeyle karşımıza çıkarsa çıksın insanın iç dünyasına dönük olarak başlayan ancak gerçek hayatta fazlasıyla yararlandığı bu faaliyetler, aslında tek bir amaca hizmet etmektedir. «Kişinin kendini gerçekleştirmesi ve doyum veren bir hayata ulaşması». Bu, kişisel gelişimin, insanı bir yerden başka bir yere taşıması anlamındadır. Başlangıç ne olursa olsun hedef insanı kişisel gelişimin kendisine hizmet ettiği medeniyetin öngördüğü insan anlayışına ulaşmaktır. İslam medeniyetinde ise bunun adı "însan-ı Kamil"dir.

Batılı kişisel gelişim anlayışının bir diğer hususiyeti; her insana aynı reçeteyi vermesidir. Bu, kişisel gelişimcilerin, kendini gerçekleştirme kavramının içini neye göre doldurduklarıyla alakalıdır. Nitekim, Batı'lı kişisel gelişimciler, başarılı, kendini gerçekleştirmiş ve mutlu, doyum veren bir hayata sahip insanları tarif ederken, kendi toplumunda bulunan ve kendi toplumu içinde bu kriterlere uygun olan insanı modellerler ve herkese aynı modeli önerirler, îşte bu noktada da "Müslüman Kişisel Gelişimciler" Batılı meslektaşlarından ayrılmalıdır. Nitekim bizde "kendini gerçekleştirme" ve "başarı" kavramının içi farklı şekillerde doldurulmuştur. Zaten kendi kültürümüzde var olan "însan-ı Kamil" tabiri bu, kendini gerçekleştirmiş insan kavramının da üstünde bir anlam içermektedir. Hiçbir insan tamamıyla birbirinin aynı değildir. Söz konuşu olan insanın kişisel gelişimi olduğunda bu gerçek daha çok gün yüzüne çıkmaktadır. Bu noktada, genel bir yöntem ve çare değil, insana göre ve her insan için değişebilen esnek bir yöntem ve çare sunulmalıdır. Bu ise insanların benzer yönleri üzerinden bir gelişim anlayışı oluşturmanın ötesinde bir şeydir. Bizim medeniyetimizin eğitim ve gelişim anlayışında birebir eğitim anlayışı vardır. Usta-çırak ilişkisi ya da şeyh-mürid, hoca-talebe ilişkisiyle ilerleyen ve herkese kabiliyetine göre uygulanan bir eğitim anlayışıdır bu. Burada kişiye göstererek öğretme, ya da birlikte yasayarak öğrenme, öğretme ilişkisi vardır. Bu ilişkiye İslam Medeniyet tarihi içinde verilebilecek sayısız örnek vardır. En çok da esnaf loncalarında, ahilik ve diğer tasavvufî yollarda bu eğitim anlayışı hakim ve temel bir anlayıştır.

Batı kültürüyle, Doğu kültürünün öngördüğü kişisel gelişim anlayışı arasındaki bir diğer fark, gelişimin başlangıcı ve yönüdür. Batılı Kişisel Gelişim anlayışı dıştan içe bir gelişim anlayışına sahiptir. Buna göre kişinin önce dışım yani giyimini, konuşmasını, nasıl durması gerektiğim, özetle kendini ya da başka bir şeyi nasıl iyi sunabileceğim, takdim edebileceğini öğrenmesi gereklidir. Bu olursa iç dünya zaten kendiliğinden dışa uyacaktır. Halbuki İslam Medeniyeti'nde bu tam tersidir, İslam medeniyetinde içten dışa bir gelişim anlayışı vardır. Yani insanın önce iç dünyası, kalbi, ruhu ve aklı gelişmelidir, îçteki bu olgunlaşma, dışarıya aksedecektir. Sonra dışın imarı gerçekleşir. Dışın iman da asla ihmal edilmez. Ancak iç imar edilmemişse dışın hiçbir anlamı yoktur. Bu, kof ve boş bir gelişim olur. Bu noktalar iki anlayış arasındaki derin farklardan biridir.

"Kişisel Gelişim" okuyucularından dinlediğim en sık şikayet, kitapların insanın egosunu şişirdiği, kendilerini motive ettiği ancak bunun uzun sürmediği ve hemencecik sönüverdiği, dolayısıyla da derin bir hayal kırıklığına uğradıkları şeklinde oluyor. Bu, Batı ve Doğu kültürünün öngördüğü kişisel gelişim anlayışı arasındaki bir diğer temel farkı, "özgüven" ve "irade" anlayışındaki farklılıklara işaret etmektedir.

Batı'da insanın yapıp etmeleri tamamen insanın kendine bağlanırken, Doğu'da, -vahiy kültüründen de kaynaklanan bir anlayışla- insan, yapıp etmelerinden sorumludur. Ancak insan küllî değil, cüz'î bir iradeye sahiptir. Buna göre kişi "devesini kazığa bağlar" sonra da "Allah'a emanet eder". Allah'ın izni dışında bir başarı ya da başarısızlık tasavvur edilemez. Tam bu noktada, Allah 'ın dostluğu ya da muradı kazanıldığında, insanın önünde hiçbir kuvvetin tutulamayacağı inancı ortaya çıkmaktadır. Kısacası Müslümanlar, herhangi bir işi yaparken kendi gücüne güvenerek bunu yapmazlar. Müslümanlar kendi "sınırlı" kuvvetlerine değil, kendileriyle beraber bulunan "Evrenin Sahibi"nin sınırsız gücüne dayanırlar. Bu sayede, insanın gücüyle sınırlı başarılan değil, insanın gücünün ötesindeki başarıları da elde etmek imkan dahiline girmektedir. Nitekim kainatın yaratıcısı arkasında olan bir insanın önünde durabilecek hiçbir güç yoktur. Bu anlayış irdelendiğinde, pasif bir insan anlayışından çok, insanın da üzerinde bir güven kaynağına bağlanan ve insanüstü başarılının imkanını öngören bir anlayış olduğu görülecektir. Bu ise, daha sağlam ve daha güçlü bir başarının oluşmasını temin etmektedir. Ancak hemen her sistemde olduğu gibi, burada da bu anlayışın yanlış yorumlanması ve kullanılması da mümkündür elbette. Fakat, bu anlayışın doğru kullanıldığı zaman insanların ve İslam medeniyetinin ulaştığı seviye ile, söz konuşu anlayışın yanlış kullanıldığı dönemlerde Müslümanların düştüğü seviye tarihin objektif satırlarında görülmektedir.

Bizim kültürümüzün, eğitim sistemimizin kısacası medeniyetimizin mayası İslamiyet ve onun getirdiği değerlerdir. Bütün dünyayı etkileyen felsefî, ahlakî sistemlerde ve eğitim nazariyelerinde fazilet namına ne kadar "müsbet" fikir, kural, teoriye iddia varsa, hepsi İslamiyet'in insanlara getirdiği değerlerde mevcuttur.

Müslüman toplumlarda, özellikle de Müslüman Türklerde, kişisel gelişim yöntemlerinin özünü en başta İslam ve bu dinin teori ve uygulamaları oluşturmaktadır. Bunun daha da derinlemesine yaşanmasını amaçlayan "Tasavvuf, yüzlerce yıldır toplumumuzu ve kültürümüzü ihya ve inşa etmiş, miras bıraktıklarıyla da inşa etmeye devam etmektedir.

İslam'ın emrettiği uygulamalar yüzlerce yıldır Müslüman şahsiyetini dokuyan ipler olmuşlardır. Bu ipleri ise başta Hz. Muhammed (s.a.v) olmak üzere usta eller ilmiklemiş ve dokumuştur. Mevlana Celaleddin-i Rumî, Yunus Emre, Gazalî, Pir Sultan, Hacı Bayram-ı Veli, Akşemsettin gibi nice usta eller, Müslüman şahsiyetini ilmik ilmik dokuyanlardan sadece birkaçıdır. Nice gönül erleri, nice gönül sultanları bu topraklarda insanların gönüllerim inşa etmiştir. Onların yaşattıkları ruh ise hala, toprağın altındakilerle de üstündekilerle de, kendilerine miras bıraktıkları torunlarıyla devam etmektedir, edecektir.

İslam, insanların şahsiyetlerinin eğitimi ve davranışlarının pozitif değişimi için teorinin yanında eylemi ve aktif katılımı istemektedir. Bunun için din, namaz, oruç, zekat ve hac gibi çeşitli ibadetleri farz kılmıştır. Tüm bu ibadetlerin düzenli bir şekilde yerine getirilmesi, inananlar üzerinde bir yükümlülüktür. Bu nedenle müminin bu ibadetleri, ihlaslı ve düzenli olarak yerine getirmesi, onu ruhsal hastalıklardan koruduğu gibi sağlam ruh sağlığını güçlendirmeyi temin eden güzel hasletler kazanmasını sağlamaktadır.

Namaz, kişiye ruhsal bir sükunet getirerek günlük hayatın stresinden oluşan baskıdan kaynaklanan sinirsel gerginliği almaktadır. Thomas Hayslo "uzun seneler boyunca yaptığım deneyim ve tecrübeler sonucunda uykuyu sağlayan en önemli şeyin namaz olduğunu gördüm. Ben bunu doktorluk sıfatımla söylüyorum. Nefislerde dinginliğin kalıcı olması, sinirlerde sükunetin sağlanması noktasında bu güne kadar gördüğüm araçların en önemlisi namaz olmuştur" demektedir.

Abdest de ruhsal etkisinin yanı sıra fizyolojik bir takım yararlar ihtiva etmektedir, çünkü günlük periyotlar halinde bir eylem olmak üzere günde beş defa suyla yıkanma, adalelerin rahatlamasına yardımcı olmakta bedensel ve ruhsal gerginliği hafifletmektedir.

Bunların yanı sıra her sene oruçla bir ay boyunca şehveti kırma ve onu kontrol etmeyi sürdürme, insana irade gücünü ve dirençli bir kararlılığı kazandıracaktır. Zekat ise müslümana diğerlerini sevmeyi ve paylaşmayı öğretmektedir. Kendi kazandığında fakirin hakkı olduğunu bilen kimse, kazandığım toplumla paylaşma bilincine erişir. Bu da kişisel olarak enaniyet, kendini beğenme, zayıfı ezme, cimrilik ve açgözlülükten kurtulma gibi faydaların yanı sıra, toplumsal olarak sosyal dayanışmayı teşvik etme, fakir ve zengin sınıfı dengelemek gibi sayısız faydalar ortaya çıkarmaktadır.

Allah insanı mükemmel yaratmıştır. Tek yapmamız gereken onu keşfetmektir. Dosdoğru huzura ermek, hakikati bulmak ve Allah'ı tanımak isteyenler, istikamet üzere olarak, Allah rızası doğrultusunda bunu gerçekleştirebilirler. Bu açıdan bakıldığında, ulvi bir kaynaktan beslenen ve insana, kendini gerçekleştirerek ruhunun derinliklerinde yatan sırlara muvafık olup, mutlu, doyum veren, huzurlu, başarılı, fıtrata uygun, kısacası "ideal" bir hayat yaşamayı öğreten en büyük kişisel gelişim kitabı "Kur'an-ı Kerim"dir. Bu kitabı okuyup anlayabilenler, sonsuzluğun ve hakikatin kapılarının anahtarlarım elde etmiş demektir. Bu ise, hakiki mutluluğun, huzurun ve hikmetin ta kendisidir.

Müslüman kişisel gelişimi, İslam medeniyetinin kaynaklarından beslenir. İslam medeniyetindeki kişisel gelişim anlayışı, medeniyetle paralel olarak gelişir ve medeniyetin rengini yansıtır. Bunun içinde insan anlayışı, toplum anlayışı ve eğitim-öğretim anlayışı da yer almaktadır. Bu nedenle, Müslüman kişisel gelişiminin kaynakları da tıpkı İslam medeniyetinde olduğu gibi başta Kur'an ve Sünnettir. Müslüman kişisel gelişiminin kurumlarıysa İslam medeniyetiyle birlikte gelişen kurumlardır. Yine kişisel gelişim yöntem ve uygulamaları da medeniyetin gelişmişliği ölçüsünde ilerleme kaydetmiştir. Ancak tüm bunlar hep, içinde yeşerdiği medeniyetin rengini taşımıştır.

Sözün özü, İslam Medeniyetinin öngördüğü insan anlayışı, Kendini Bilmek (Kendini Tanımak), Kendini Kontrol Etmek, Başkalarını Anlamak (Empati), Kendini Harekete Geçirebilmek ve Sosyal ilişkileri Yürütebilmek üzerine kurulmuştur. Buna göre, Müslüman kişisel gelişimi; kendini tanıyan, başkalarını anlayabilen, kendini kontrol edip harekete geçirebilen ve sosyal ilişkileri yönetebilen, sosyal ve özel hayatında başarılı, mutlu ve doyum veren bir hayata ulaşmış, kısacası kendini gerçekleştirmiş bir insan öngörür. Bunun için de bir takım uygulamalar ve bilgiler sunar. Müslüman kişisel gelişiminin en önemli farkı bu amacı gerçekleştirmede her insana tek tip bir reçete sunmamasıdır.

İslam, insanı sadece zekadan ibaret, ya da sadece kalpten ve bedenden ibaret saymamıştır. O insanı tüm bu yönlerin ortaklaşa fonksiyon icra ettiği ve her birinin ayrı ayrı eğitilmesi ve doyurulması gereken bir varlık olarak tasarlamıştır.Nitekim kişisel gelişim ve kendini gerçekleştirme, hayatın sonuna dek yenilenen bir süreçtir ve en temel göstergesi devamlı bir harekettir. Burada durağanlığa yer yoktur. Bu hareket sadece bedensel devinimlerden ibaret değil, insanın tüm dinamiklerinde de var olan bir canlılıktır. B izim toplumumuz, yüzlerce yıldır bu anlayıştan beslenen eğitimi, kendi kültürel müesseseleriyle ve eğitim usulleriyle başarıyla uygulamıştır. 

İnsan için hayat biyolojik bir hadiseden ibaretse ve gaye ölesiye dek yaşayabildiğin kadar hayatın tadını çıkarmaksa, bu insanın ölüm her şeyin bittiği yer, yaşlılık ise kabusun başladığı zaman olacaktır. Yok eğer ölümden sonra asıl hayatın başladığına, orada yaşanılan hayatın hesabinin verileceğine, bu hesapta en ince ayrıntıların dahi atlanılmayacağına her şeyin ortaya döküleceğine inanılıyorsa, hatta daha da fazlası, her yerde hazır ve nazır olan, şah damarından da yakın bir yaratıcının varlığına inanılıyorsa ve bu size doğal bir içsel kontrol mekanizması sunuyorsa, hem bu dünyanın anlamı değişecek, hem de insanın kendini gerçekleştirme yolculuğu farklı boyutlara ulaşacaktır.

 

Bir yorum

Cevapla

  
 
3+2 İşleminin Sonucu    
Yukarı Çık