PSİKOLOJİK OLGUNLUK KAVRAMI

 PSİKOLOJİK OLGUNLUK KAVRAMI

Yakın zamanlara kadar üzerinde pek durulmamış olan psikolojik olgunluk kavramının bilimsel bir tanımını yapmak henüz oldukça güçtür. Bunun başlıca nedeni, uzman olan ya da olmayan herkesin olgunluk sözcüğünün ne anlama geldiğini bildiğini farz etmesidir. Bu durum, olgunluk kavramının belirsizliğinden ve rasgele tartışıla gelmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, her yeni bilimsel kavramda olduğu gibi, konunun oturabilmesi ve açıklık kazanabilmesi için zamana ihtiyaç vardır.
Olgunluk ve olgunlaşmamış olma terimleri, özellikle insanları yargılama amacıyla günlük konuşma diline öylesine girmiştir ki, günümüzde olgunluk sözcüğü, beğenilecek niteliklere sahip olma, sağlıklı ve dengeli olma gibi, birden fazla anlamda kullanılmaktadır. Bu nedenle, yargılayıcı olmamaya özen gösteren uzmanlar, davranışları tanımlarken bu terimi kullanmaktan kaçınır
olmuşlardır. Lynd'e göre (1961), günümüz insanı "iyi" ve "kötü" sözcükleri karşılığı olarak, olgun ve olgunlaşmamış, normal ve  anormal, uyumlu ve uyumsuz terimlerini kullanma eğilimi göstermektedir.
Kültürümüzde de olgunluk, geleneksel baba erkil imgelerin et-kişi altında, bir insanın nasıl yaşadığına değil, ne söylediğine göre değerlendirilir. Duygusal tepkiler vermeyen, az konuşan ve konuştuğunda önemli görünen şeyler söyleyen kişiler olgun sayılır. Bu görüntünün gerisindeki korku ve gerçek benliğinden farklı [bir kişilik imgesini sürdürme çabası çoğu kez fark edilmez. Çevresindekilerin aşırı beklentileri sonucu yaşından büyük davranan  çocuk da, "yaşma göre çabuk olgunlaşmış" olarak beğeniyle karşılanır. Çocukluğunu yaşamaktan vazgeçmek zorunda bırakılmış   olmasının onda yarattığı anksiyete görmezlikten gelinir.
Günlük konuşma dilindeki bu kavram kargaşasına rağmen,  psikolojik olgunluk konusunda davranış bilimcilerin ortak bir görüş geliştirebilmiş oldukları söylenebilir. Bu tanıma göre, olgun [insanlar gerçekleri net bir biçimde algılayabilen kişilerdir. Diğer  insanlarla karşılıklı güven ve içtenliğe dayanan ilişkiler kurmaya  çalışır ve bu ilişkilerin sorumluluğunu sürdürebilirler. Kendilerini kabul edebilmiş olmanın huzuruyla başkalarının ihtiyaçlarıyla  ilgilenir, neşe ve dertlerini paylaşırlar. Üretken olmaktan hoşlanır, yeteneklerini sürekli geliştirirler. Bu nitelikler olgunluğun  değişmez öğeleridir. Toplum içindeki yeri ne olursa olsun, insan |yaşamının herhangi bir döneminde bu niteliklere ulaşabilir.
Gruplar üzerinde yapılan bazı araştırmalar, yeterli bir zihinsel gelişmenin, ekonomik sıkıntıların en az düzeyde olmasının, iyi bir iş ve toplumsal olanakların ve en önemlisi, bedensel sağlığın, psikolojik olgunlukla ilişkili olduğunu göstermiştir. Ancak, bu özelliklere sahip olmadan da kendisini iyi yaşayabilen, gerçekleri görebilen, üretken ve başkalarıyla içten dostluklar kurabilen insanlar da vardır. Bu insanların karşılaştıkları zorlanmalarla nasıl baş ettikleri, kişiliklerinin bütünlüğünü nasıl koruyabildikleri ve tutarlı varoluşlarını nasıl sürdürebildikleri henüz bilinememektir. Bu kişilerin nerede ve nasıl bulunabilecekleri ve bilimsel bir biçimde inceleyebilmek için nasıl bir yöntem gelişterebileceği, her   çözümlenememiş sorunlar olarak bekletilmektedir,
 Psikolojik olgunluk konusuna ilişkin ilk çalışmalar İkinci Dünya Savaşı'ndan önce başlatılmış ve sonraki yıllarda da sürdürülmüştür. Yirmilerinde ya da otuzlarındaki genç insanlar üzerinde yapılan bu çalışmalar sonucu, sağlıklı genç yetişkin insan modeli üzerinde, kuramcılar, ampirik gözlemciler ve klinisyenler arasında bir görüş birliğine ulaşılabilmiştir. Bu görüşlere göre olgunlaşmış kişiler, duyarlı bir biçimde çevrelerindeki insanların ve olayların farkındadırlar, diğer insanların kendilerinden ne beklediğini görür ve bunları karşılamaya çalışırlar. Olgun insan, diğer insanlarla ve toplumun temel kurumlarıyla uyumlu bir beraberlik içindedir. Kişisel değer yargılarıyla ya da ne olduğu ve ne yapmak istediğine ilişkin görüşleri diğer insanlara ve toplumdaki olaylara karşıt düşerse huzuru bozulabilir, ama kişiliği dağılmaz. Çalıştığı iş, yeteneklerine uygundur ve çalışmalarını, kendine ve içinde yaşadığı topluma katkıda bulunacak bir biçimde sürdürür.
Bu konuda insanı farklı yaşam dönemleri boyunca inceleyen boylamsal çalışmalarda ilginç bulgular edinilmiştir. İncelenen kişilerin çoğu çeşitli dönemlerde ağır zorlanmalar geçirmişlerdi. Bu zorlanmaların bir bölümü çevresel ve rastlantısal olaylar, bir bölümü ise bireyin kendi kişiliğinden kaynaklanan çatışmalardı. Psikolojik yönden olgunlaşmış kişilerde gözlemlenen en belirgin ortak özellik, bu zorlanmalardan sonra toparlanabilme gücü idi. Bu kişiler, kendilerini çok sarsan olaylardan sonra, sanki içlerinde bir "düzeltme mekanizması" varmışçasma dengelerini yeniden kazanıyor ve yollarına devam edebiliyorlardı (Cox, 1974; Barron, 1963).
Bu onarım mekanizmasına ilişkin yapılan araştırmalar, bireyin edinmiş olduğu rolü (kimliği) sürdürme kararlılığının, zorlanma sonrası toparlanmada ona destek olduğunu göstermiştir (Cox, 1974). Astronotlar üzerinde yapılan çalışmalar, bu kişilerin beklenmedik durumlar karşısında ne yapabilecekleri konusunda beceri ve düşünme yeteneklerini geliştirmiş olmalarının, uzay uçuşları sırasındaki anksiyetelerini denetim altında tutabilmelerine yardımcı olduğunu göstermiştir (Ruff ve Sheldon, 1967).
Yakın geçmişe kadar araştırmacılar, genç yetişkinlikten önceki dönemler için de psikolojik olgunluktan söz edilebileceğini kabul etmekle birlikte, konuyu bu yönden ele almamışlardı. Ancak günümüzde, bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi her bir yaşam döneminin kendine özgü bir olgunlaşma düzeyi olduğu görüşü herkes tarafından paylaşılmakta ve konuya ilişkin çalışmalar bu doğrultuda sürdürülmektedir. Böylesi bir yaklaşım psikolojik olgunlaşmayı "yaşa uygun" bir biçimde ele alır. Bir  başka deyişle, "olaylara etkin bir biçimde katılabilme" olarak tanımlanabilecek olan psikolojik olgunluk, genç ve orta yetişkinlik  dönemlerinde ulaşılan biyolojik ve toplumsal olgunlaşmadan çok farklı bir olgudur. Organizmanın, her bir gelişim döneminde yeniden örgütlenmesini içerir.
Erikson'un vurguladığı gibi, günümüzde, kendi benliklerine ilişkin belirsizlik ve şaşkınlık duyguları yaşayan, kim olduklarını ya da nasıl yaşamak istediklerini bilemeyen insanların sayısı giderek artmaktadır. Buna karşılık, psikolojik olgunluğa ulaşmış [insan, benliğini bir bütün olarak algıladığından kim olduğunu [araştırma gereğini duymaz. Meslek ve eş seçimi gibi bazı kritik [dönemlerin dışında, nerelere doğru yol almak istediği ve bu yolma potansiyelini nasıl kullanabileceği konularında oldukça net bir  biçimde düşünebilir ve karar verebilir.
Fromm'a göre (1974), olgun ve üretken bireyin kimlik duygusu, benliğini kendisine yön verecek tüm güçleri yine kendi elinde [bulunduran bir varlık olarak algılamasından kaynaklanır. Heath'e göre (1965), psikolojik olgunluğa ulaşmış birey, kişiliği iyi [örgütlenmiş, çevreden gelen rahatsız edici uyaranlara direnebilen, duygu ve düşünceleri diğer insanlarla da ilgili ve benlik imgesi tutarlı bir insandır. Barron'a göre (1963), olgun kişiliğin en önemli karakteristiği, güçlü bir egonun varlığıdır. Güçlü bir ego lise zekânın bir işlevidir. Çünkü, yaşantıyı bilinçlendirme, bellekte depolama ve sonradan yapıcı bir biçimde kullanma, beynin gelişme düzeyine bağlıdır. Ancak, ego gücünü sağlayan yalnızca zekâ değildir. En az o denli önemli olan, uygun görülmeyen yaşantıları bilinçaltına bastırırken, aynı zamanda organizmayı yaşantıya açık tutabilecek biçmide esnek bir denetim mekanizması geliştirebilmektir. Barron, incelediği bir grup doktora öğrencisinden edindiği bulguları özetlerken, sağlam egolu bireyleri, anksiyeteleriyle baş edebilen, tutarlı bir gelişme gösteren ve yaşamları-değer verebilen insanlar olarak tanımlamıştır.
 Psikolojik olgunluğu hazırlayıcı çevresel etmenler üzerinde yapılan araştırmalar, yeterince geliştirilmiş entelekt, çocukluğun huzurlu bir aile ortamında yaşanmış olması ve çocuklarının ihtiyaçlarını duyarlı bir biçimde gözeten ana-babanın varlığı, yeterli ekonomik güvence, eğitim ve iş olanaklarının bulunması gibi etmenlerin güçlü bir egonun gelişimindeki önemim vurgulamıştır. Ancak bu araştırmaların çoğu, yukarıdaki etmenlerden bir ya da birkaçının yokluğunda da psikolojik olgunluğa ulaşabilmiş olağandışı insanların var olduğunu saptamıştır.
Konu üzerinde yapılan bazı ampirik araştırmalara göre ise, bazı güçlükleri yaşamış olmak olgunlaşmayı hızlandırır ve bir insanın ulaştığı olgunlaşma düzeyi ancak zorlanmalarla karşılaştığında anlaşılabilir. Aslında psikanaliz de egonun, engellenmelerle karşılaşma sonucu geliştiği görüşünü savunmuştur. Bu görüşe göre, organizmanın her yönden doymuş bir durumu sürdürmesi durumun değiştirilmesi gereğini ortadan kaldıracağından, gelişme de olmaz.
Psikolojik olgunluğa erişebilmek için elverişli çevresel koşulların gerekliliğini vurgulayan görüşlerle, bu düzeye bazı sıkıntılar yaşayarak ulaşılabileceği görüşünü savunanlar arasında ilk bakışta bir çelişki varmış gibi görünebilir. Ancak bu farklılık, her bir yaklaşımda konunun iki boyutundan yalnızca birinin vurgulanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, psikolojik destek ve ekonomik ve toplumsal olanakların var olduğu bir ortamda gelişimini sürdürme ve benliğin güçlenmesi için gerekli deneyimlerden (zorlanmalardan) geçmiş olma, birlikte, psikolojik olgunluğu gerçekleştirebilmenin temel koşullarıdır.
Belirli bir kimlik geliştirme ve bu kimliğin kişi tarafından kendisi olarak kabul edilmesi, yalnızca psikolojik yönden olgun kişilerin değil, tüm insanların gelişiminin doğal bir sonucudur. Ne var ki, sağlıklı bir insan kendi kimliğinden daha net bir biçimde haberdardır ve bu kimliği, yeterince olgunlaşmamış insanlara oranla daha tutarlı bir biçimde sürdürebilir. Olgunlaşmış insan, kendi kimliğine inancını sarsabilecek durumlardan, olgunlaşmamış insanlara oranla daha az etkilenir. Olgunlaşmamış insanın toplumsal benliğiyle yalnız kendisinin tanıdığı benliği arasında önemli farklar olduğu halde, olgunlaşmış insan kendisini nasıl algılıyorsa diğer insanlar tarafından da öyle algılandığına inanır. Üstelik, başkaları tarafından nasıl algılandığı konusundaki tahmini de genellikle doğrudur. Dolayısıyla, gerçekçi ve bütünleşmiş bir yapıya sahiptir.
Olgun insanın diğer insanlarla yakın ve sıcak ilişkiler kurabilmesinin kökeninde, kendisini de sevebilmiş olması gerçeği bulunur. Olgun insanın kendine duyduğu saygı ve sevgi, bencillik ve benmerkezcilikten farklı bir durumdur. Kendini sevmeyen insan diğerlerini, başkalarını sevmeyen insan kendini sevemez. İnsanın kendisine saygı duyması, ilgisinin sınırlarını kendisinden öte, diğer insanları da içerecek bir biçimde genişletebilmesiyle gerçekleşir.
Aslında olgunlaşma, ulaşılmış bir durum değil, yaşana gelen bir süreçtir. İnsanın kişisel potansiyelini gerçekleştirme süreçlerini yaşamakta olması olgunlaşmanın en önemli ölçütüdür. Böylesi bir yolculuğa çıkmış olan insan sürekli bir evrim içindedir. Yanılgılarını tekrarlamadığı için bu yanılgılar kazanılmış deneyim niteliğini alır, başarıları diğer insanların da yararlanabileceği sonuçları içerir. Kendisini ve dünyasını, sürekli bir gelişim süreci içinde birlikte ve bir bütün olarak yaşar.

 DERLEYEN...EMRE ŞEN (KESFETKENDİNİ EDİTÖRÜ)
İletişim:[email protected]


Bir yorum

Cevapla

 
3+2 İşleminin Sonucu  
Yukarı Çık