Çağlayanlar-Ahmet Hikmet Müftüoğlu-Kitap Özeti

Çağlayanlar-Ahmet Hikmet Müftüoğlu-Kitap Özeti

BÖLÜM-1: TÜRKELi ZEYBEKLERiNE Yazar, bu bölümde Birinci Dünya Savaşı`ndan çıkıp kurtuluş mücadelesi veren milletimize seslenmektedir. Bu bölüm aynı zamanda kitabın önsözüdür. Türklüğün yani benliğimizin ne kadar önemli olduğunu, medeniyete imrenir gözlerle bakarken bir şeyi farketmemiz gerektiği de vurgulanmaktadır. Medeniyet bizde olsa idi alnımız daha ak ve onurlu olacağımız vurgulanan noktadır.

BÖLÜM-2: ALPARSLAN MASALI

Bu bölümde Türk soylarından olan bizim Tatar dediğimiz Tata Türkleri yada Rumlara göre Tartar isminin konduğu soyumuzdan bir masal bir efsane anlatılmaktadır. Çin fenalığından yeni doğan oğluyla göçmekte olan anne, yavrusunu bir kartala kaptırır. Anne oğlunun yaşadığına hatta bir gün çıkıp, soylarını kurtaracağına dair inancını kaybetmemiştir. Bu esnada ise oğlu kartalın onu düşürmesi üzerine bir aslan tarafından emzirilmiş ve büyütülmüştür. Alp bu şekilde büyümenin etkisiyle çok güçlü bir yiğit olmuştur. Bir gün şans eseri yine Çin gazabından kaçan insanlarla tanışır ve yolculuğa yani gerçek vatanına gitmeye başlar. Bu yolculuğun her adımında özüne tekrar kavuşur. Yolculuk esnasında tanıdığı kız ile evlenir. Halkını kötü giden olaylardan gösterdiği yiğitlik ile kurtarır. Annesinin öğüdü ile masalda Türk’lere seslenilmiş ve öğüt verilmiştir. Masalda Türk soyunun kuvveti, azmi ve bağlılığı anlatılmaktadır.

BÖLÜM-3: YARAYI KANATAN

Bu bölümde anlatılan hikayede olay musiki dinlemek için insanların toplandığı bir evde geçmektedir. İlk başta ülkemizin müziği yerine batı müziğini övmeye başlayan bir doktorla olaya giriş yapılmıştır. Etrafında ki insanların verdiği tepkilerle konu bir tartışma ortamına dönüşmüştür. Doktorun ülkemiz hakkındaki kanıları değişim göstermeyince; insanlar söz ile değil, göstererek kanıtlamak istemişlerdir. Bunun için ülkemizin kendi medeni alemini anlatan ufak bir oyun ve müzik ziyafeti düzenlemişlerdir. Gecenin ardından doktorun ülkesini keşif etmesi vurgulanmakta olup ardından gelen bir Macar masalı ile insanın ülkesini tanıması gerektiği, insanın dışarıya değil ülkesine dönük olması gerektiği ve ülkesini kötüye götürenin yine kendi insanı olduğu anlatılmak istenmiştir.

BÖLÜM-4: PADİŞAHIM ALINIZ MENEKŞELERİMİ, VERİNİZ GÜLÜMÜ

Osmanlı devleti yıllar boyu savaş içerisindeydi. Adı Ayşe olan bir Türk kızımızın hem babası hem de nişanlısı vatan uğruna Trablus’ta savaşmakta idiler. Ayşe İstanbul’da yine Trablus’a göreve giden bir subayın evinde, subayın nişanlısı ile birlikte kalmakta idi. Birbirlerine yoldaşlık yapmaktaydılar. Ayşe ilkin babasının ölüm haberini aldıktan sonra bir rüya görür. Rüyada nişanlısının ondan bir temennisi vardır. Eğer ki padişaha bir demet çiçek verebilirse nişanlısı savaşı kazanmış demekti. Genç kız bütün cesaretini toplayıp saraya gider. Padişah’a nasıl konuşacağını bile düşünmüştür. Saraya yaklaşırken geçen bir zabit i nişanlısına benzetir ve ona doğru adım atarken yere düşer. Kendine geldiğinde çiçeklerin öldüğünü görür ve içi matem dolar ve ağlamaya başlar. Çünkü çiçekler öldüğüne göre nişanlısı da şehit olmuştur.

BÖLÜM-5: ALTIN ORDU

Atalarımızın gerçek yurtlarından neden göç ettiklerini anlatan ve Türklerin Dünya milletlerini nasıl etkilediklerini anlatan hikayedir. Türk atalarımızın ne şekilde kimlerle birlik olup göçmeye başladıklarını ve hangi grubun nerelere ne sebeplerle dağılıp etkinlikler gösterdikleri de hikayede tanımlanmakta ve masalda bir dilde anlatılmaktadır. Hikayenin son temasında işlenen konu ise zamanında omuz omuza verip yürüdüğümüz aslında aynı soydan geldiğimiz insanları dışlayıp ayrım yaptığımızı ve de yapıldığı vurgulanmaktadır.

BÖLÜM-6: ÜZÜMCÜ

Hikayede Türk bir üzümcü olarak betimlenmiştir. Türk’ün asaleti, kuvveti, tarlada çiftçi, cephede savaşçı oluşu, vatanın her daim en önemli şey olduğu, vatan için evlatların feda edildiği ve bu özelliklerinden ötürü Türk’ün her daim kıskanılan bir millet olduğu dolaylı ve doğrudan anlatılmaktadır.

BÖLÜM-7: SÜMBÜL KOKUSU

Biyoloji bölümü okuyan iki Türk öğrencisinin, Birinci Dünya Harbi esnasında, okudukları haberle irkilip, okullarını bir kenara bırakıp, durumun ciddiyetine varıp, gönüllü savaşçı yani asker olmak için başvurmaları anlatılmaktadır. Türk’ün vatan millet sevgisi yine ön planda olmak üzere hikayede işlenmiştir.

BÖLÜM-8: TURHAN NASIL ÇILDIRDI


Hikayede Osmanlı’nın Ruslar ile yaptığı bir savaş sonrası esir düşen birde bu savaştan sonra talihi ile yükselen iki arkadaş betimleniyor. Esir düşen arkadaş hastalığı nedeniyle vatanına dönemiyor fakat yavaşça hayatında yükselişe geçiyor ve iyi bir duruma gelip evleniyor. Birde oğlu oluyor. Adını Turhan koyuyor. Bu sırada ise diğer arkadaşı yine talihi ile veliaht oluyor. Turhan’ı iyi bir tacir olması için babası okutuyor fakat bütün çabalarına rağmen Turhan idealleri doğrultusunda ilerleyip Yavuz Sultan Selim’i örnek alıyor. Bu sebeple garp yani batıya ve şark yani doğuya seyahatlerde bulunuyor. Ardından veliaht amcasının sözlerine uyarak İstanbul’a seyahat ediyor. İstanbul’da insanların yabancı özentileri, benliklerini kaybetmek üzere olduklarını görünce büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. Vatanını bu kötü durumdan kurtarmayı hedef alan Turhan yine örnek aldığı Yavuz Sultan Selim’in izinde çalışmalara başlıyor. Fakat bir müddet sonra öfkesine ve çaresiz kalmasını kendisine yediremeyip çılgına dönmüşçesine davranmaya başlıyor. En sonunda çaresiz kalışına dayanamayarak Selimiye Camii’sinin minaresinden atlayarak intihar ediyor. Sabah namazı için gelen insanlar cesediyle karşılaşınca cebinde bir not buluyorlar. Notta ise şu sözler yer alıyor: “Ey Yavuz! Milletimin selametini yalvaracaktım. Ayaklarına kapanmak için sana yükselmek istedim. Yarı yolda gözlerim karardı. Sendeledim ve düştüm. Allah günahımı affetsin!”. Hikayede, anlatılmak istenen daha doğrusu bize öğüt edilen konu ise Türklüğümüze sahip çıkmamız ve de dinimizi korumamızdır. Bunun sebebi ise yabancı devletlerin üzerimizde ki oyunları ve çekememezliklerini görüp benliğimizi korumamızı ve de yenik düşmememizi istemesidir. Çünkü bir milleti millet yapan kendi iç unsurları yani dini, kültürü, dili ve bir yumruk olmasıdır.

BÖLÜM-9: AYŞE KIZ’LA VATO

Hikayede, nesilden nesile en büyük erkek evladına geçen ailevi ve vatani eserlerin bulunduğu bir konağa ziyaret anlatılmaktadır. Yazar, konak içinde dolaşırken ünlü ressamlardan Vato’nun eserinin yanında bir Türk yapımı renklerin uyumu ve şekillerin ahengi ile insanın içini huzurla dolduran bir seccadeyi tasvir etmektedir. Türk kadınının özelliklerini anlatan hikayede; hiç okumamış, ilim görmemiş olmasına rağmen üstelik aynı zamanda vatani görev için evlatlarını, kocasını cepheye gönderip böyle ünlü bir ressamın tablosunun yanında olmayı başarması ve de tüm görenlerin ruhunu ferahlatıp, hayran olmasını nasıl sağladığı okuyuculara sorulurken aynı zamanda Türk kadınının ne denli en az erkekleri, yiğitleri kadar değerli, önemli olduğu gözler önüne serilmektedir.

BÖLÜM-10: YATAĞAN

Hikayede iki arkadaşın yaşadığı olay anlatılmaktadır. Ailesinin fertlerini kaybeden genç tanıştığı yabancı bir kıza güvenip inanır ve birlikte yaşamaya başlar. Diğer arkadaşı ise durumdan memnun değildir ve kızda şüphelenip korkmaktadır. Bir gün arkadaşını ziyaret etmek amacıyla evine gider fakat arkadaşı üzgün bir şekilde karşılar. Güvenip evini açtığı kız kaçmıştır. Üstelik aile yadigarı olan yatağanı yani Osmanlı kılıcını da alarak kaçmıştır. Bunun üzerine iki arkadaş sebebini düşünürken tarih sahneleri bir bir açılır. Yobaz olarak nitelendirilen Türkler ve İslamiyet’in her daim barış yanlısı olduğu ve hiçbir zaman kültür ve medeniyete zarar vermediği aksine koruduğu fakat medeniyiz diyerek geçinen Avrupalıların yada Hıristiyan veya Yahudilerin ise girdikleri medeniyetleri yok ettikleri, kütüphaneleri yakıp, camileri ahıra çevirdikleri göz önüne alınarak bu yaşanılan olayın asırlardır Türklerin altında altın çağını yaşamış bu insanların dini istismar edip kendilerince öç almaktan başka bir şey olmadığı kanısına varmışlardır. Belki şimdi geri duruma düşmüş olan bizlerin, zamanla yeniden eski dirliğimize kavuşacağımız ve bu yobazlığa karşı yeniden bir araya gelip gerçek gücümüze kavuşacağımız hikayenin temelini oluşturmaktadır.

BÖLÜM-11: RAHAT DÖŞEĞİ

Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul’un işgali esnasında Harbiye’nin boşaltılması anlatılmaktadır. Yaşanan eziklik, insanların suskun kalışı, askerlerimizin perişanlığı, savaş sonrası vatanın düştüğü kötü durum gözler önüne serilmektedir. Asırlar boyu nice Mehmetçikler yetiştiren bu şanlı yuvanın boşaltıldığı günde, yazara verdiği hüzün ve çaresizlik gözler önüne serilmek istenmiştir.

BÖLÜM-12: MAVİŞ

Bu bölümde maviş ismi ile İstanbul yani boğaz anlatılmak istenmiştir. Yazarımız İstanbul’u masalsı bir anlatımla betimlemiş, bütün güzelliklerini bize okurken hayal ettirecek şekilde anlatmıştır.

BÖLÜM-13: BAHAR


Ailesinin eşine gerekli özeni göstermemesi sebebiyle kaybettiği eşi ve çocuklarına üzülen harap bir kişi anlatılmaktadır. Güzel bir bahar gününde dahi hüzünlü ve mahzun bir kişinin ölümü bahar olarak görmesi yazarımız tarafından roman havasında bizlere sunulmuştur. Hikaye hem göründüğü gibi hem de o dönem gözler önüne getirildiğinde hüznü vatanını kaybetmesinden kaynaklanan halkta anlaşılabilir.

BÖLÜM-14: BAYRAM

Osmanlı’nın topraklarını kaybedip yıkılmasından sonra yazılan bu bölümde artık bayramların tadının kalmadığı, insanlarımızın hüzün dolduğu çünkü savaşlardan sonra çok fazla kaybımızın olduğu anlatılmaktadır. Yazarımız bu yazısında eski bayramları aradığını ve nasıl geçtiğini de betimlemiştir.

BÖLÜM-15: GÖZYAŞI ÇEŞMESİ

Vatanımızın düşmanlar tarafından işgali ile kurtuluş mücadelesinin başlangıcı arasını anlatan hikayede, vatanın ağladığı ve gelecek nesillere o günlerin unutulmaması gerektiği konu alınmıştır. Yaşanan olaylar yine bir masal gibi betimlenerek anlatılmıştır.

BÖLÜM-16: MATEMİN KUVVETİ

İki çok yakın arkadaş mutluluk verici haberlerini paylaşıp, sevinip, eğlenirken çok yakın diğer bir arkadaşları gelir. Eşini kaybeden bu adam ise hüzünlüdür. Bütün eğlence biter ve biraz evvelki mutluluk yerini gözyaşına bırakır. Parçada anlatılmak istenen konu ise mutluluğun geçici, acının kalıcı oluşudur. İnsan bir kaybettiğini bir daha bulamayacağı için acı kalıcıdır. Mutluluklar ise daha sonra hatırlandığında yine acı verir ve bu dünya acı ve üzüntü üzerine kurulmuştur.

BÖLÜM-17: İNCİ

Kurtuluş mücadelemizin sonuna anlatan, bir yiğit ve yari gibi benzetme yapılmış bir hikayedir. Yıllar boyu savaşlarla yorulmuş vatanımıza, seni yeniden kazandık senin için savaştık ve geldik dercesine seslenilmiştir.

BÖLÜM-18: YAKARIŞ


Bu bölümde yazarımız Rabb’e; ülkemiz, insanımız, dirliğimiz, dinimiz için dua edilmiş ve de bizi Allah yolundan sapanların önünde düşmemek için dileklerde bulunmuş ve bizi de bu dua ya davet etmiştir.

YAZAR HAKKINDA Ahmet Hikmet Müftüoğlu ( 1870)- (19.05.1927)

Basılmamış bir divana sahip Şair Yahya Sezai Efendi'nin oğlu olan Ahmet Hikmet, 1870'te İstanbul'da doğdu. Süleymaniye Mahalle Mektebi'nde, Dökmeciler'deki Taş Mektep'te, Aksaray'daki Mahmudiye Vakıf Rüşdiyesi'nde ve Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi'nde okuduktan sonra girdiği Galatasaray Mekteb-i Sultanisi'nden 1888'de mezun oldu. Tarımla alakalı Patates, kadın güzelliği ve cilt bakımıyla alakalı Tuvalet yahut Letâfet-i aza adlı iki çeviriyle edebiyat dünyasına dahil olan Ahmet Hikmet, 1893'den itibaren Servet-i Fünun yazı ailesine katıldı. Hariciye Umur-i Şehbenderi (Konsolosluk hizmetleri) Kalemi'ne memur tayin olunan Ahmet Hikmet, görevli olarak Marsilya, Pire ve Kafkasya'da bulundu. 1896'da İstanbul'a dönerek ilk memuriyet yerinde Ser-halifeliği'ne atandı ve Meşrutiyet'e kadar Hariciye Nezareti merkezinde çalıştı. 1898'den 1908'e kadar Galatasaray Sultanisi'nde öğretmenlik de yapan Ahmet Hikmet, bir süre Nafia Nezareti Ticaret Müdüriyeti Umumisi'nde de bulunduktan sonra tekrar Hariciye Nezareti'ne döndü. 1913'te Peşte Başşehbenderi olan Ahmet Hikmet, 1918'de İstanbul'a döndü ve önce Abdülmecit Efendi'nin Ser-karinliği'ne atandı. 1926'da Ankara'da Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk Hizmetleri ve Ticaret Genel Müdürlüğü'ne getirildi ve aynı yıl içinde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarlığı'na atandı. Anadolu - Bağdat Demiryolları ile Elektrik Şirketi İdare Meclisi azalıklarında da bulunan Ahmet Hikmet 19 Mayıs 1927 tarihinde İstanbul'da karaciğer kanserinden öldü.

ESERLERİ: Leylâ Yâhut Bir Mecnunun İntikâmı, Haristan ve Gülistan, Çağlayanlar, Alparslan, Gönül Hanım. Kitabın Adı :Çağlayanlar Yazarı :Ahmet Hikmet Müftüoğlu Toplam Sayfa Sayısı :149 Basım Yılı ve Sayısı :2008 / 1. Baskı Basım Yeri :Kömen Yayınları / KONYA

Kaynak: Çağlayanlar-Ahmet Hikmet Müftüoğlu-Kitap Özeti

Bir yorum

Cevapla

 
3+2 İşleminin Sonucu  
Yukarı Çık