Nasreddin Hoca - Nasreddin Hoca Fıkraları

 Nasreddin Hoca - Nasreddin Hoca Fıkraları

  Türk milletinin bilge şahsiyetlerinden olan Nasreddin Hoca halk dilinde, duygu, tefekkür, mizah ve hoşgörümüzü gösteren fıkra türünün öncüsüdür.
    Başta Türk dünyası olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde tanınan Nasreddin Hoca, sosyal hayatta karşılaşılan içinden çıkılmaz güç işleri, aklı bilgisi ve hazırcevaplılığıyla mizahi biçimde çözen, güldüren; ama güldürürken düşündüren, keskin Türk zekâsının sembolü, aktüel bir tiptir.
   Nasrettin Hoca, Sivrihisar'ın Hortu köyünde 1208 yılında doğmuştur. Babası Hortu köyü imamı olan Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun dur.
   Nasreddin Hoca ilk derslerini Hortu köyünün imamı olan babasından almıştır. Daha sonra Sivrihisar Müftüsü Hasan Efendinin Mecmuayı Maarif adlı tamamlanmamış eserinde Hoca'nın mutasavvıf Seyyid Muhammed Hayranı'nin talebesi olduğunu ve hocasının Akşehir'e göçmesi dolayısıyla onun da Akşehir'e eğitim için gittiğini öğrenmekteyiz.
    Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gören Nasreddin Hoca, babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek Seyyid Mahmud Hayranı ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi. Bir rivayete göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine 'Nasuriddin Hâce' adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca şekline dönüşmüştür. Onun hayatıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır.
   Nasreddin Hoca sağlam bir İslam inancına, köklü bir dini bilgiye, ciddi bir ahlaki yapıya sahiptir.Tasavvuf kültürüne de vâkıf olan Hoca, birçok tarihî yazma eserde evliyalar arasında zikredilir. Nasreddin Hoca, Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde "hakîm ulu bir can" olarak tanıtılır.
   Nasrettin Hoca ile ilgili en eski kaynak olan Ebu'l-Hayr Rûmî'nin Saltuknamesi'nde (M. 1495) Sarı Saltuk, Nasreddin Hoca'ya bir hediye göndererek dua talebinde bulunur. Hoca evde olmadığı için Hoca'nın hanımı, onun yerine dua eder. Bu duanın bazı cümleleri şu şekildedir:
    "..dünyada fasık facir ile alaka eyleme ve dahi kötü kişiye karşı kendini ve hem malını güvenip emanet etme ve dilinden tövbe ve istiğfarı koma, kendin için isteyeceğini başkası için de iste, Allah'tan korkup Resul'den utanasın ve ahi-ret için burada güzel amel işleyesin yaramaz işlerden kaçınasın, günahlarını çoğaltmayasın ki gönlün kararmasın. Böylece gönül aynanda gizli sırları keşfedebilesin, Hakk'ı müşahede edebilesin..."
   Nasreddin Hoca 1284 tarihinde Akşehir'de vefat etmiştir. Türbesi üzerindeki yazıda " Yazı baki, ömür fânî, kul âsî, Rab affedicidir." sözleri yer almaktadır.
NASREDDİN HOCA FIKRALARI
   Nasreddin Hoca'nın sosyal hayatla ilgili fıkraları zengin bir konu çeşitliliği göstermekte, toplum hayatının hemen hemen bütün alanlarını kapsamaktadır. Bunların çoğunda mizahıyla, güler yüzüyle ders veren bir halk eğitimcisinin olumlu davranışını görürüz.
   Nasreddin Hoca birçok fıkrasında halkımızın meselelerini pratik bir şekilde hallederek hadiseler karşısındaki tavrı, yergi becerisi ve kullandığı dili ile Anadolu insanının duygularına tercüman olmuştur.
   Nasreddin Hoca'nın temsil ettiği, sıradan bir kurnazlık değil; imbiklenmiş zekânın arkasında doğruyu, iyiyi ve güzeli; sabır ve dürüstlüğü telkin eden bir akıl yürütme sistemidir.
   Nasreddin Hoca fıkralarının temel özelliklerinden birisi de sözlü geleneğe uygun olarak kısa, açık, yalın ve özlü olmasıdır. Bu fıkralar Türkçemizdeki halk söyleyişleri için zengin bir kaynak durumundadır. Diyaloglarda da söz uzatılmadan gaye, kısa bir şekilde anlatılmıştır. Nasreddin Hoca'nın ağzında vurucu sözler kalıplaşmıştır. Bu kalıplardan ipe un sermek, bindiği dalı kesmek, kazın ayağı, kuşa benzemek, ye kürküm ye vb. birçoğu özlü söz ya da deyim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Birçok fıkrada insanların ibret alacağı konular sembollerle anlatılır: "Ye kürküm ye, kürküm eski sözüm geçmez." ifadeleriyle toplumun gerçeğe değil dış görüntüye önem verdiği eleştirilir. "Kazan doğurdu, kazan öldü." fıkrası çıkarını koruma uğrunda tabiatın kanunlarına karşı gelmeyi eleştirir.
   Nasreddin Hoca'nın fıkralarında halkı eğiten ders veren yaklaşımlar bulunmaktadır. Türk milletinin birçok meseleyi Nasreddin Hoca'nın dilinden, ağzından ifade etmekten hoşlanması, onun aklı ve zekâsı ile ilgili meseleleri yargılaması, hükme bağlaması, tenkid etmesi, üzerinde ciddiyetle durulması gereken ayrı bir mevzudur. Çünkü bu ortak güç, halkın ortak gücünün, Nasreddin Hoca kalıbı içinde aksedişidir. Nasreddin Hoca'nın şahsiyetinde şekillenen Türk halk düşüncesi, dünya görüşü, insan anlayışı ve cemiyet hayatında cereyan eden olaylara karşı alınan tavır ve tutumların genel yapısı fıkralara yansımıştır. Nasreddin Hoca'ya bağlı o-larak anlatılan fıkralar âdeta Türk düşüncesinin olukları, çeşitli ifade kalıpları gibidir. Bu sebeple de Nasreddin Hoca, bir fıkra tipi olduğu kadar, Türk düşüncesini, dünya görüşünü, insan anlayışını en iyi şekilde anlatan, ifade eden bilgemizdir.
NASREDDİN HOCA FIKRALARINDAN SEÇMELER Utancımdan Saklandım
    Nasreddin Hoca'nın evine bir gün hırsız girmiş. Hoca dolabın içine saklanmış. Hırsız, evin içini, dışını iyice aramış ancak çalacak, işe yarar bir şey bulamamış. Bu sırada bir şey bulma umuduyla dolabı açan hırsız içeride saklanan Hoca'yı görmüş ve birden şaşırarak :
-    Sen burada mısın?
    Hoca, evet demiş, "Çalacak bir şey bulamayacağını biliyorum da utancımdan saklandım."
Papağan
    Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken renkli bir kuşun on iki altına satıldığını görürmüş. Bu durum karşısında şaşıran Hoca yanındakilere sormuş:
- Bu kuş niçin bu kadar para ediyor?
- Bu papağandır, konuşur.
    Hoca hemen evine gitmiş, hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- Hoca'm bu hindi kaç para ? diye sormuşlar.
- On altın, demiş. Herkes şaşırmış:
- Bir hindi on altın eder mi?
- Görmüyor musunuz, papağanı on iki altına satıyorlar.
   - Ama Hoca'm onun marifeti var, insan gibi konuşuyor. Senin hindi ne yapar ki?
- O konuşursa bu da insan gibi düşünür!
İpe Un Sermek
   Bir gün komşusu, Hoca'dan urgan istemiş. Hoca içeriye girip çıkmış:
-    İp boş değil, demiş. Hanım üstüne un sermiş.
Komşu;
- Bu nasıl iş Efendi, demiş. Hiç ipe un serilir mi?
   - Serilir elbette, vermeye gönlüm olmayınca ipe un da serilir.
Ayı Kurtardık
   Hoca bir akşam su çekmek için kuyuya gider. Kuyunun kapağını açınca bir de ne görsün, kuyunun içinde koskoca ay... "Eyvah, ay kuyuya düşmüş hanım, koş çengeli getir, ay kuyuya düşmüş!" diye seslenir.
    Hanımı koşar, çengeli getirir Hoca, çengeli kuyuya atar, sallar sallar tutturamaz. Nihayet çengel bir taşa takılır. Hoca kuvvetle çekerken çengel kopar, kendisi de sırt üstü yere düşer. Göğe bakar ki ay gökyüzünde. "Oooh, çok şükür, düştük ama ay'ı da kuyudan çıkardık!"
Timur'un Filleri
   Timur, Akşehir'e bir erkek fil getirmiş. Başıboş gezen fil, ekili alanları silip süpürmüş, bağlara bahçelere zarar vermiş. Üstelik, yiyeceğini de Akşehirliler sağlıyormuş. Kısacası, fil şehrin başına bela olmuş.
Sonunda Akşehirliler Hoca'ya gidip;
     
   - Hoca Efendi Timur'a ancak sen söz geçirebilirsin. Şunun bir çaresine baksan.
   - Haklısınız, yarın benimle birlikte on-on beş kişi gelsin, hep birlikte gidip Timur'a derdimizi anlatalım.
   Ertesi gün Hoca önde, diğerleri arkada, yola koyulmuşlar. Fakat yol boyunca gruptakiler birer ikişer ayrılmış. Timur'un otağına yaklaştıklarında Hoca dönüp ardına bir bakmış, kimse yok... Hepsi korkudan kaçmışlar. Timur'un yanına gelen Hoca:
   -    Efendim, biz Akşehirliler getirdiğiniz fili çok sevdik. Ama hâline acıyoruz. Zavallı hayvan tek kaldı. Akşehirliler bir
de dişisini getirtmeniz için beni yolladılar.
Timur bu sözlerden hoşlanmış:
-    Akşehirlilere selam söyle, isteklerini yerine getireceğim.
   Hoca oradan çıkıp kendisini dört gözle bekleyen Akşehirlilerin yanına varınca;
-    Muştular olsun! Belanın dişisi de geliyor!
Ah Gençlik
   Hoca bir gün ata binmek istemiş. Hayvanın boyu epey yüksekmiş. Hoca bir türlü atın üstüne sıçrayamamış. Yanındakiler duyacak şekilde sesini yükseltip, söylenmiş:
-Ah gençlik ah! Gençliğimizde böyle miydik? Sonra sesini alçaltarak kendi kendine mırıldanmış: - Ben senin gençliğini de iyi bilirim Nasreddiiinn! Ya Tutarsa
   Hoca bir gün biraz yoğurt mayası alıp Akşehir Gölü'ne gitmiş, mayayı göle bırakmış. Birisi bunu görüp sormuş:
- Ne yapıyorsun öyle Hoca?
- Hiç, göle maya çalıyorum. Adam şaşırıp kalmış:
- Hoca'm hiç göl maya tutar mı?
- Ben de biliyorum tutmayacağını. Ama ya tutarsa?     ,
Tarifi Bende
   Günlerden bir gün Hoca'nın canı ciğer istemiş. Kasaptan ciğeri alan Hoca evine giderken dostlarından birine rastlamış. Adam:
-    Hoca'm o ciğeri nasıl pişireceksin?
-Bilmem.
Dostu, bir çeşit ciğer yahnisi tarif etmiş. Hoca:
   -    Bu uzun sürdü, aklımda kalmaz, sana zahmet bu tarifi
bir kâğıt parçasına yazıver.
   Hoca, tarifi cebinde, ciğeri elinde dalgın dalgın giderken bir çaylak süzülüp inmiş, ciğeri kapıp havalanmış.
   Hoca bir müddet koşmuş, bakmış ki koşmakla gökteki kuşu tutmaya imkân yok. Elindeki tarifi havaya doğru sallayıp çaylağa bağırmış:
   -    Boşuna heveslenme, ağız tadıyla yiyemeyeceksin, tarifi bende.
Kazan Doğurdu
   Hoca bir gün komşusundan ödünç bir kazan ister. İşini bitirdikten sonra kazanın içine bir tencere koyup komşusuna götürür. Komşu, tencereyi görünce:
-    Hoca bu nedir böyle?
    - Sorma komşu kazan gebeymiş. Anlayacağın senin kazan doğurdu.
Bu duruma sevinen adam kazanı tencereyle beraber alır.
    Bir zaman sonra Hoca, aynı komşusundan kazanını gene ister. Aradan epey zaman geçer; fakat bu sefer Hoca kazanı geri vermez. Sonunda komşusu Hoca'nın evine gidip kazanı ister. Hoca, üzgün bir şekilde:
- Aah komşum, başınız sağ olsun, kazan sizlere ömür...
- Aman Hoca'm ne diyorsun? Hiç kazan ölür mü?
    - A komşucuğum, kazanın doğurduğuna inandın da öldüğüne mi inanmıyorsun?
İsa Ne Yer ?
    Hoca, ramazan ayını geçirdiği köyde vaaz verirken bir ara Hz. İsa'nın göğe çekildiğinden söz etmiş. Camiden çıkınca yaşlı bir kadın yanına yaklaşıp:
    -    Hoca'm, Isa Peygamber göğe çekildi, dedin. Acaba o
orada ne yiyip ne içer ?
Hoca da zaten köyde ilgisizlikten dertlidir:
    -    Bre kadın, günlerdir bu köydeyim, bir gün olsun şu zavallı Hoca ne yer ne içer demediniz de gökyüzünde Allah'a
kavuşmuş peygamberin ne yiyip içtiğini mi soruyorsun!
Cenazede
Hoca'ya sormuşlar:
-    Cenazede tabutun önünden mi yürümeli, arkasından mı?
Hoca:
    -    İçinde olmayın da, demiş, önünden de gitseniz olur, ardından da...
Eşeğe mi İnanıyorsun Bana mı
Bir sabah komşularından biri Hoca'ya:
   -    Efendi, demiş, değirmene gidip geleceğim. Bugün eşeğini bana ödünç verir misin?
Hoca kestirip atmış:
-    Evde değil.
Tam o sırada ahırdaki eşek anırmaya başlamış. Komşu:
   -    İşte bak eşek ahırdaymış. Yazıklar olsun komşu bir eşeği esirgedin benden.
Hoca sesini yükseltmiş:
   -    Yahu sen ne biçim adamsın? Ak sakalımla benim sözüme inanmıyorsun da eşeğin sözüne mi inanıyorsun!
Parayı Veren Düdüğü Çalar
    Hoca pazara giderken mahallesindeki çocuklar etrafına toplanmışlar. Her birisi çarşıdan kendileri için bir şeyler almasını istemiş. İçlerinden bir çocuk da parasını vererek kendisi için bir düdük almasını istemiş. Hoca:
-    Peki, peki getiririm, demiş.
   Akşamüstü pazardan dönerken çocuklar Hoca'nın yolunu kesmişler. Hepsi siparişlerini sormuş. Hoca sadece para veren çocuğa düdüğünü uzatmış ve demiş ki:
-    Parayı veren, düdüğü çalar!
Kedi Nerede
    Hoca bir gün evine et götürmüş. Hanımına eti vererek akşama bir güzel pişirmesini tembih etmiş. Hanımı da eti pişirip komşularıyla bir güzel, afiyetle yemiş. Akşam et yeme ümidiyle eve gelen Hoca'ya da:
   -    Efendi sorma etin başına gelenleri. Bizim kedi senin getirdiğin eti kapıp kaçtı. Arkasından koştum ama yetişemedim.
Anlayacağın hain kedi senin eti yedi.
   Hoca hemen oracıkta duran cılız kediyi tutmuş ve tartmış. Kedi iki okka gelmiş. Hanımına:
   -    Hatun, bu kedi ise benim et nerede, bu et ise bizim kedi nerede?
Keramet Kavukta İse
   Adamın biri İran taraflarından gelen bir mektubu Hoca'ya vermiş:
-    Hoca'm, sana zahmet şu mektubu bir okuyuver.
   Hoca bakmış, yazı hem okunaksız, hem de Farsça yazılmış. Hoca mektubu getiren kişiye:
-    Bunu siz başkasına okutun.
Adam ısrar edince açıklamak zorunda kalmış:
   -    Ben Farsça bilmem. Türkçe de olsa yazı okunaklı olmadığı için yine okuyamazdım.
Adam bu durum karşısında sinirlenmiş:
   -    Başında kocaman kavuk, üstünde şu cübbenle şu mektubu okuyamıyorsun, bir de hocayım diye geçinirsin!
   Hoca kavuğunu cübbesini çıkarıp adamın önüne koymuş:
   -    Keramet kavukla cübbedeyse, buyur sen giy, mektubu da sen oku!
DERLEYEN...EDİTÖR
İletişim:[email protected]

Bir yorum

Cevapla

 
3+2 İşleminin Sonucu  
Yukarı Çık