Sevgiliye Mektuplar

Sevgiliye Mektuplar

Kimse Bir Daha Acıtamaz Içimi; Alışsaydım farklı olurdum inan, alışsaydım sensizliğe daha mutlu olurdum.Amadeğilim, yanıyor içim.Ve hiçbir yağmur söndüremiyor bu yangını... Bir umut bekliyorum kendi kendine sönsün diye. Ah anlasaydın beni, ah bilseydin seni ne kadar çok sevdiğimi.Şimdi yanan, yüreğim değil aşk ateşi olurdu.Vazğeçtim beklemekten gelmeyeceksin. Ne acı bir gerçek.Kimi koyayım yerine kiminle avutayım kendimi? Kimi sen sayayımda sarılayım boynuna? kimin dudaklarını öpeyim? kimin elerinin sıcaklığını hissedeyim?Bukdar acımasız olmamalıydın yar,Ben seni böyle tanımamıştım çünkü.Kocaman bir yüreğin vardı ben o yürekte oldugum için şanslıydım.Çok seviyordunbeni yada ben Hiç bitmeycek diye düşünürdüm, öyle ya büyüktü bizim aşkımız, özeldi.Hayatta iyi yada kötü ne varsa hep ÖYLE SANIRDIM. birlikte paylaşacaktık, birbirimiz için yaşayacaktık.BAŞKALARI İLE MUTLU OLMA İHTİMALİ AKLIMIZDAN BİLE GEÇMEZDİ. Yolumuzu aşkımız aydınlatacak biz o yolda yürüyecektik hiç durmadan.

Derken, seni kendine bağlayan o yürek koyboldu birden... şimdi yüreğinin yerinde bir taş var, yoksa bu kadar vurdumduymaz olamazdın... her giden bahanesini yaratır her giden acımasızdır, ama sana konduramıyorum bunu.Kimbilir, belkide sensizliğe kendime konduramıyorumdur. Bu yüzdendirhaykırışım.Alışılmıyor, sensizlik kabullenilecek bir şey değil. Acım büyüyor bu yüzden. Her acı geçer biliyorum ama niye bu kadar uzun sürdü bu sefer. niye yarı ölü gibiyim hala? Her şeyde seni arıyorum lanet olsun\'\'

Madem gidecektin söylemeliydin bana sensizliğe nasıl dayanılacağını. İnsanın yüreğinin yarasını atıp gitmesi mümkün değilki ben yapamıyorum sen yap hadi. Son kez gel yanım, çıkar yüreğimi yerinden va al götür nereye istersen. At bir kenara öyle kalsın...

Yok yok, kendi kendinede sönmeyecek bu yangın. Ben yaşadıkça yanmaya devam edecek içten içten. En azından bir tesellim var... bundan böyle hiç kimse yani bir yangın başlatamayacak yüreğimde,bir daha yaralayamıyacak beni. Acım o kadar derinki, kimse bir daha ACITAMIYACAK İÇİMİ...


SEVGİLİYE MEKTUP

Üşüyorum:hüzün şarkıları söyleyen bir Sonbaharın zemheriye dönüşmesinin verdiği, fani bir üşüme hissi değil bu sevdiğim ve ellerim buz kesmiş olmasına rağmen, ıssız bir gecede yokluğuna mahkum bir ruhla seni yazarak unutuyorum üşümüşlüğümü... Üşüyorum:hüzün şarkıları söyleyen bir Sonbaharın zemheriye dönüşmesinin verdiği, fani bir üşüme hissi değil bu sevdiğim ve ellerim buz kesmiş olmasına rağmen, ıssız bir gecede yokluğuna mahkum bir ruhla seni yazarak unutuyorum üşümüşlüğümü...

Yoruldum artık biliyor musun? Tek taraflı bir hayatı omuzlamaktan, hayatın yükü altında ezilmekten; birilerini arayıp sormaktan, anlatamayıp dinlemekten, sevmekten, seni beklemekten, her yeni güne belkilerle başlamaktan, sadece hıçkırıklarımı kendim duymalarımdan yoruldum ve sefaletin zincirleriyle hapsedilmiş bir aşkın yalnızlığında tükendim. Sabret diye diye erittim sabır taşlarını, bir an ümitsizliğe düşsem hayalin çıktı karşıma, gözlerine baktım ve kendimi yerli yerinde bulunca güzel gözlerinde, güç aldım acıların binlerce çeşidine karşı ama sabredecek gücüm kalmadı, hayalinin gözlerinde duramadım sevgili.

Oysaki nasılda ihtiyacım var sana, bilemezsin. Sarılsan bana bir annenin evladına gösterdiği o kutsal şefkatle, başımı göğsüne yaslasam ve yiten ümitlerimin ayak seslerini duysam kalbinin atışında, içine düştüğüm çaresizlikle birlikte sana sımsıkı sarılırken, sıcaklığını hissedip boğazıma düğümlenen ve içimde yankılanan hıçkırıklarımı özgür bırakıp ağlasam. Sen saçlarımı okşasan bir babanın nasırlı elleriyle oğlunun saçlarını okşadığı gibi ve ben içimdeki zehiri nehir misali akıtsam ne güzel olurdu sevgili. Ama yoksun işte ve ben bunların hepsi bir hayalden öteye gidemiyor, ne acı değil mi? Dostlarım, bugüne dek hayatıma giren tüm sevenlerim, değer verdikçe canımı alan sevdiklerimin yokluğu kadar gerçek yokluğun...

O kadar yalan ki insanların gülümsemeleri, o kadar menfaatperest olmuş ki yeryüzünde herhangi bir anı paylaştıklarım, artık alınacak bir canım, bir parçam kalmadığı için bir anda yok oluverdiler. Bir fotoğraf geldi gözlerimin önüme şimdi, kimdi hatırlamıyorum o fotoğrafı çeken, hatırladığım tek şey var ardında akbabanın olduğundan habersiz bir Afrikalı çocuğun çaresizliği ve resmi çeken kişi intihar etmişti sanırım o anı o karede ölümsüzleştirdikten sonra... Çünkü o çocuk ruhunu akbabaya teslim etmişti. Çaresizliğim o Afrikalı çocuğun ki gibi ve azabım o fotoğrafçınınkiyle aynı derecede acı verici, sevdiğimi sunduğum kim varsa sevgili, hepsi birer birer o akbaba gibi olup çıktı. Ama ben şimdiye kadar savaştım hayalinin sayesinde, bir yerlerde var olduğun ümidiyle yaşadım, seni delice sevdim ve yokluğunda bile seni içimde yaşattım her nefes alışımda... Ta ki, bu yazıyı kaleme aldığım şu ana kadar dayanabildim, bu saate kadar sen gelmedin, ruhumu akbabalara teslim ediyorum, gelsen de kurtaramazsın artık...

Herkes bayram sevinci yaşıyordu sevdiğim. Kim bilir sende yaşadın belki, kutlu olsun geçmiş bayramın ve gelecek olan bayramların ve ben bu bayram sabahı yine sessizce ağladım. Her bayramda olduğu gibi.... Kimsesizdim, çalmadım kimselerin kapılarını, kimsesizliğim kapımı çaldı, kapattım kendimi hücreme, gecenin karanlığına gizlenip çıktım dışarı gece saklar beni diyerek, kimsesizliğimle bayramlaştım, yalnızlığımın elini öptüm, sefaletimi bir tabakta sundum şeker tadında firari ruhuma...

İçini karattım değil mi? Affet beni sevgili, inan ki bunun tek sebebi; kimsesizliğimden, kalabalıklarda bile yalnızlaşmamdan, sefaletimin bana sunduğu çaresizlikten ve bir sen kaldın bu çaresizliğin ortasında tek dayanağım, içimi dökebileceğim, yazarak yaşadığım bir sen varsın, sadece sen anlarsın beni, dilinde zehir zemberek kelimeleri cansız kağıtların bedenine aktarırken sıcaklığını hissettiren ve seni bana getiren kalemimden başka tek sen varsın beni anlayabilen, beni terk etmeyen bir sen kaldın. Affet!

Sonuçta bende insanım, sana toz pembe bir dünya vermek, seninle toz pembe düşler kurmak isterdim. Gerçekliğinle el ele verebilseydim, iyi bir Ferhat olurdum ya da aşk ile yanmaların ötesine geçmiş bir Mecnun olurdum uğrunda, şüphen olmasın. Seninle gezmek isterdim, sen ne istersen alabilmek, gözlerine bakarak geceleri şiirlendirmek isterdim; bir yuvamızın olmasını, çocuklarımızın şen kahkahalarıyla şenlenmek, sen olunca yanımda üzülmelerin bile bir anlamı olurdu eminim. En çok neyi isterdim biliyor musun sevgili? Seni yazmak yerine yaşamak olsaydı kaderimde, ölüm kederlendirmezdi beni, doya doya yaşardım seni ve o an ölümsüzleşirdim.

Kaç zamandır yokum kendimde, kaç zamandır yoksun. Ne ben alışabildim sensizliğe, ne tütün kokusu sinmiş odam alışabildi hayalinsizliğe... İnan çok gücüme gidiyor; öykülerimde can bulan kadınların senin yerine beni sahiplenmesi ve kimsesiz sokaklarda attığım her adımla sen uzaklaşıyorsun sanki, bunu düşündükçe, sensiz kalmak gücüme gidiyor sevgili. Gözlerimi açmak bile istemiyorum, sensiz bir güne başlayacağımı biliyorum ve onulmaz yaralar açıyor ruhumda, gözlerimi açmıyorum bende, tüm dünya beni uykuda biliyor, oysa uykuyu unutalı çok oldu.

Hayalinde can bulan gülüşünü özledim. Kendimde unuttuğum ne varsa bulduğum hayalini özledim. Seni çok özledim, özlemlerim işgal edince yüreğimi, delice bir istekle, Neroncavari bir arzuyla bu şehri yakmak istedim, vazgeçtim daha sonra; eğer ateşe mahkum olursa bu şehir bende yanarım, bilmekteyim yanmaların acısını ama senin bu acıyı bilmeni istemiyorum sevgili. Sen yanmaları bilme, sensizliğimde yanmalarımı bilmediğin gibi... Bilme!

Nasıl da huzursuzum. Evimin çatısına tüneyen bu baykuş, Azrail’in habercisi gibi, ölümün yaklaştığını haber veriyor sanki, annem hastalandı yine, ayağı tutmaz oldu. Ben çaresizim, sefilim ve sefaletime bir aşkla seni dahil etmekten, sonrasında kaybetmekten korkuyorum. Daha bin bir çeşit dert başımda, görsen tanıyamazsın beni, genç yaşta karlar yağdı saçlarıma... Sıkıntılarda sevinçlerin olduğu gibi biz insanlar için. Geçecek elbet bu günler, seni kocaman bir gülümsemeyle karşılayacağım bir gün sevgili. Bekliyorum seni, unutma beklemelerimi. Seni seviyorum

SEVGİLİYE MEKTUP

Merhaba...

Yazacak, sana anlatacak o kadar çok şeyim olduğu halde saatlerdir ekrana bakıyorum. Radyoda bir semah var. Sabahat Akkiraz söylüyor. Merhaba...

Yazacak, sana anlatacak o kadar çok şeyim olduğu halde saatlerdir ekrana bakıyorum. Radyoda bir semah var. Sabahat Akkiraz söylüyor.

Turgenyev’in söylediği ne kadar da doğru... Acaba ben pencereden mi baktım, sağanağına mı yakalandım?

Peki ya sen...

Biliyorum, sağanağına yakalandım diyeceksin... Aşıksın ya...

Ve daha önemlisi gençsin...

Ama ben de aşığım. Kaldı ki bu ilk kez de olmuyor.

Önemli olan bu mu bilmiyorum. Yani yaşam sadece aşık olmaktan mı ibaret Belki, olabilir, kimbilir...

Seni neden bu kadar çok seviyorum. Ve sen neden başkasına aşıksın?

Bu sorunun yanıtı yok.

Hiçbir zaman da olmayacak sanırım.

Ve sen orada kalacaksın. Bundan eminim. Gelmemek için o kadar çok bahane buldun ki...

Bahane de değil aslında.

Gelmeyeceksin, çünkü aşıksın.

Ben olsam ne yapardım? Belki senin yaptığını... Ama emin değilim doğrusu.

Zor bir durum. Sana demiştim ya

“bir yanım seviyorsan gitme tehdidin de,

seviyorsan kal diyemiyor dilsiz yüreğim...”

Diyemiyorum işte, ne yapayım. Bunu demeyi çok isterdim. Yani seviyorsan kal diyebilmeyi. Bu ne kadar doğru olurdu. Böyle bir şey söylemeye cesaretim olur muydu?

Gençlik denen yaz yağmurunun sağanağına keşke hiç yakalanmasaydık ...

Çünkü çoğunlukla mutsuz oluyoruz.

Bazen keşke camdan seyretmekle yetinseydik dedirtiyor insana... Camdan seyretseydim de bu kadar acı çekmeseydim. Bir sürü şey var işte.

Yaşam o kadar garip ki...

Çelişkiler ve mutluluklar yumağı. Senin mutluluğun benim acı çekmem ya da tersi... Ama aynı anda ikimiz de mutlu olamıyoruz işte. O zaman bir başkası mutsuz oluyor.


Neden ama, neden böyle?

Bir gece yatağa girdiğinde, bir daha hiç kalkamayacağını düşündün mü?

Yaşam bu kadar kısa işte.

Ne yapmalı o zaman. Neyi yapmak istiyorsan onu...

Geceler...

Yine karanlık, ıslak ve neon ışıklarıyla keskin gölgelerle parçalanmış...

Arka sokaklar yaşamın yoksullaşan yüzü, kahramanlar, sıradışılar, sıradan insanlar... Ve bu arka sokaklarda, dışardan bakıldığında cazibeli, içeri girmek için can atılan mekanlar. Bu mekanlardan herhangi birinde her akşam aynı tanıdık yüzler, hiç değişmeden anlatılan bildik hikayeler...

Şehir ve gece...

Kornalar, egzost, asfalta yapışmış kedi ölüsü, çöp kamyonu, çıldırtıcı ambülans sireni, arka sokaklarda patlamış kanalizasyondan akan pis sular, birbirini tanımayan insanların doldurduğu caddeler...

Anzavur’un önünde çalan “Yalnızlık Kemanı”...

Sanal aşklarımız...

Bir rüyadaydım dün gece

Umudumun iplerini ben mi koparmışım

Benim mi bu okunaksız yazılar

Senin mi?

Balıklama daldığım yaz yağmuru

Bir yanım eski bir haziran başı

Bir yanım kurumaya yüz tutmuş papatya

Kaç,

Kaç git uzaklara...


Yaşam bir rüya mı, ya da rüyalarımız mı gerçek olan...

Yaz yavaş yavaş bitiyor.

Bugün İstanbul rüzgarlı ve serindi...

Orası hala sıcak mı?

Televizyonda hava durumu sunucusu Pazartesi’nden itibaren serin ve yağışlı bir havanın etkili olacağını söylüyor. Başımı çevirip gökyüzüne bakıyorum. Bir tek bulut bile yok... Keşke her şey gökyüzüne bakar gibi kolay olsaydı. Keşke yaşamımızdaki her şey az bulutlu ve güneşli olsaydı... Ne yazık ki değil işte... Yaz, güze dönüyor...

Ama bu neyi değiştirir ki...Yalnızca kendimi biraz daha yaşlanmış hissediyorum. Gelecek mi aşk bana, gelmeyecek mi? Nasıl bir aşk, büyük mü, ufacık mı? Gerçek mi, yalancı mı? Sorularına cevap arayarak koca bir mevsimi, uzun, upuzun bir yaşamı geçirebilir miyiz?

Belki böylesi daha iyiydi...

Yaşamı anlamsızlaştırmak ya da kendimizi inandırmak.

Böylece ha gri –siyah gökyüzüne bakmışız doya doya ha sevgilinin gözlerine, ne farkeder...

Değil mi sevgili arkadaşım...

Yanılmak her şeyi yeni baştan görmek demek mi?

En son ne zaman yanılmışım?

Ya sen, sen ne zaman yanıldın en son...

Çok olmadı sanırım. Bu kadar çok yanılıyorsam kusuru kendimde mi aramalıyım? Eğer bu yanılgıları kusur olarak kabul edersem dönüp kendime mi bakmalıyım?

Güven, önyargı ve yanılgı...

Sonra her şey silbaştan. Yeniden başladığım noktadayım. Kırk yaşını aşmış bir adamın hayatını oluşturan insanları, anıları, benliği oluşturan ayrıntıları... Bir noktadan sonra bütün bunlar o adamın hikayesi olmaktan çıkar. Hepimizin yaşam deneyimleriyle benzerlik taşıyan, hayatın anlamı üzerine düşünen şiirsel bir film haline gelir...

Artık bu filmde kişisel olmayan anılar, belgeler, görüntüler vardır. Sonra sende yanıldığını, ve her şeyi silbaştan görür gibi olduğunu hissedersin.

Ah be sevgili!

Elimizden neyi aldılar da biz kendimizi yeni ve canlı tutmaktan vazgeçtik.

Yaşamın normal , güzel ya da hayal edilebilir olduğunu bildiğimiz halde neden kendimize hüzün kentleri imal ettik...

Bizi ne kurtaracak?

Günlük yaşamın günlere ve saatlere bölünüşü,

Çalışma ve kendi başına bırakılışımız, özel ve ayrılmış zamanlarımızın olması veya olmaması mı?

İnsana ait var olma üslubunun ve kendini yeniden üretebilmenin, bu bölünmüşlüğün içinde mutlak bir yabancılaşmaya ve ortak deneyime dönüşmesidir bu az önce sözünü ettiğimiz film...

Hafta ortasında çalışıp, hafta sonlarında dinlenir ve hala yeteneğimiz kaldıysa fantezi kurabilir, öyküler yaratabiliriz... Yaşamı, kendini ve toplumu yeniden üretmek birbirinden ayrı düzenlenmiş, uzmanlık isteyen eylemlere dönüşmüştür çünkü...


Ah Pazar günleri...

Bir hiç olmanın ve bunu hatırlamanın günleri...

Bir Pazar kalkar, bir hiç olduğumuzu hatırlayarak kendimize gelir ve yeniden yaşamı, kendini, toplumu üretebilecek bir varlık olarak yeniden bulabilmek için arta kalan zamanı kullanabiliriz.

İnsanların kendi dünyalarını yeniden kurma ve üretebilme ihtiyacıyla herkesin kendi öyküsünü yaratabileceği, herkesin bir senaryosunun ve yönetecek bir filminin olabileceği bir gerçek... Bu gerçek bizi filmin tam da ortasına çeker. Sadece onu hissetmek yeter. Kırkını aşmış bir adam düşlerinden yararlanarak bir film çekmek istiyorsa ve senin de o film içinde olmanı istiyorsa hiç düşünme...

İçindeki yaratıcı insanı yok etmek isteyenlere acı bir manifestodur bu film...

Zaman zaman yanıldığımızı düşünsek de işte bu yanılgılardır bizi her zaman en başa götüren. Başlangıç noktasına her döndüğümüzde daha duyarlı, daha üretken olduğunu unutma ...


Geçen sürede ne çok yanıldığımı gördüm yeniden.

Başlangıç noktasına her dönüşümde daha üretken, daha duyarlı olduğumu anlıyorum. Gerçekten...

Şimdi sen,

Değer verdiğim ne varsa en başında geliyorsun. Yanılıyor muyum?

Hayır...

Aynaya baktığımda yorgun, sakallı yüzümü gördüğümde soruyorum kendime.

“Bir kez daha yanılmaya hazır mısın” diye...

Ben kimim, ne yapıyorum.

Bugün neler konuştum, neler düşündüm...

Uyuyup uyandığımda neler hatırlayacağım dünden.

Yaptıklarımla konuştuklarım örtüşüyor mu ...

Yanılmak her seferinde en başa dönmek miydi sahiden?

Bu kez yanılmak istemiyorum. Yeniden başa dönmek istemiyorum.

Sonunda yine bir başıma kalacağımı biliyorum. Ama en azından yanıldığımı hemen görmek istemiyorum.


Sensizlik ne kadar zor. Bunu sen bilemezsin.

Acı çekiyorum evet. Hele şimdi, bu mektubu yazarken.

Sen burada olmazsan acı çekmeyeceğimi mi sanıyorsun.

Her an yanında olma isteği olacak. Geldiğimde seni ne kadar görebileceğim, ya da görebilecek miyim?

Gelmeyişin ikimiz için de yenilgi. Bunu kabul et. Ve ben yenilgiyi sindiremiyorum artık.

Biliyor musun?

Her yakınlığa aşk dediklerinde boynu bükülmüştü aşkın...

Benimki yalnızca yakınlık mıydı sence?

Geldim, geldin, gittin ve sevdim seni. Ne var?

Her öpüşe aşk dediklerinde ölmüştü aşk...

Ben seni hiç öpmedim ki...

Uykuydu zaman.

Dokunamamanın cehennemi.

Bir şey daha;

Uykusuzluk özlemi

Sevişirken ve bir çocuğa kızarken ve kucaklarken bir çocuğu farklıydı onlar.

Ne oldu, değişen ne?

Uykularını bölecek bir patlama gerekli

Hemen şimdi... Acele...


Papatyanın hangi yaprağında geldin

Yaseminin hangi yaprağında gittin hatırlamıyorum bile.

Uykuda düş

Uykusuzlukta şiir olmayanlar aşk olamazlar ki...Şimdi nasılda yalnızım.

Saat gece yarısını geçeli çok oldu.

Radyo hala açık

Ama ne çalıyor duymuyorum. Kulağım ve gözüm telefonda.

Aradım seni telefonun ulaşılamazdı.


“Günler gitgide kısalıyor. Yağmurlar başlamak üzre. Kapım ardına kadar açık bekledi seni. Niye böyle geç kaldın ?”

Bu dize Nazım Hikmet’e ait.

Ve devam ediyor Nazım Hikmet.

“....Ben galiba şahsi hayatımda, anlıyor musun, sırf şahsıma ait ve hiç kimseyi ilgilendirmemesi gereken hayatımda bir dönüm noktasındayım”

Hepimizin yaşamında dönüm noktaları olmuştur.

Ve yaşamımızın bu dönüm noktalarını tıpkı Nazım gibi, yalnızca sevdiklerimizle ve yanımızda hissettiklerimizle paylaşırız.

Bazen de kimseyle paylaşmak istemeyiz. İşte o zaman belki de en üretken günlerimizin başındayızdır.

Sonbahar gibi...

Ve şimdi mevsim sonbahar. Ama ben hiç de üretken değilim. Elim kolum bağlandı sanki. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Belgesel de çekmek istemiyorum.

Ama bu geçici bir durum diyeceksin. Belki öyledir.

Senden beni sevmeni isteyemem.

(Bu dünyanın sonu gibi bir şey olurdu herhalde. Ama burada olmanı isteyebilirim.)


Bir gün seninle, Çamlıca Millet Parkı’nda oturup düşen yaprakları izliyorduk konuşmadan, hatırladın mı?

Hiç de olağanüstülüğü yoktu. Sıradan bir beklemeydi işte. Senin miden bulanmıştı. Başın da ağrıyordu.

Hava çok güzeldi. Park çok yeşil, çok sessizdi.

Eylüldü... Yapraklar önümüze düşüyordu.

Yer yabani kestane doluydu. Topladım...

Sonra yine gittim o parka. Yine topladım ve eve götürdüm. Masanın üzerinde duruyorlar. Geldiğinde belki bir şeyler yaparsın diye düşündüm.

Aşk nedir, bilmiyorum değil... Onu nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum...

Ama artık tanımlayabilirim.

Bu kadar zamandan sonra... Gülme ama. Biliyorum gülüyorsun şimdi.

Aşk; bir türlü fotoğraflayamadığım senin gülüşün işte.

Evet aşk budur.

Belki sence aşk’da o çok sevdiğin adamın gülüşüdür.


Daha çok yazmak istiyorum. Ama vakit geç oldu.

Yarın bir dolu işim var.

Bana acı çektirmek istemediğini söylemiştin.

Artık nerede olursan ol ben acı çekeceğim. Ve biliyorum ki sen de çekeceksin.

Yüreğim kanıyor, ciğerim yanıyor

olmasaydı sonumuz böyle..

O zaman neden ayrı kentlerde acı çekelim ki

Ve neden be kent İstanbul olmasın ki...

Eğer acı çekmek özgürlükse

İşte ikimizde özgürüz

Acı çekmek aşk demekse ikimizde aşık’ız

Farklı insanlara olsak da... Ne çıkar bundan.

Senin burada olman gerekiyor.

Yanımda olman gerekiyor.

Ben senin yanında olamasam da...

Senin için her şeyi yapacağımı biliyorsun.

Beni senden mahrum etme n’olur

Neden seni bu kadar çok seviyorum ki...

Bunu hiç düşündün mü ?

Ne var sende?

Yalnızca fotoğraflayamadığım gülüşün mü?

Eğer sen olmayacaksan ben neden olayım ki ?

Neden ama neden söyler misin bana,

Seni her şeyden ve herkesten çok seviyorken birbirimize acı çektiriyoruz.

Neden benin acılarımı sen, seninkileri de ben dindiremiyoruz.

Buna ne engel ki... Bunu neden anlamıyorum.

Bana çok kızıyorsun biliyorum. Bu mektuptan sonra benimle bir daha konuşmak bile istemeyeceksin belki. Bağışla n’olur.

Ben seni seviyorum diye sen de beni sevecek değilsin elbette.

İçim acıyor...

Keşke oraya hiç gelmeseydim demeyeceğim hiçbir zaman. Bunu benden bekleme. İyi ki geldim ve iyi ki seni tanıdım. Bunun için kendimi mutlu sayabilirim.

En azından seni sevdiğimi söyledim. Ya bunu da beceremeseydim...

İşte o zaman kahrolurdum.

Seni üzmek için yazmadım. Seni etkilemek için de değildi bilesin. Hoş zaten sen de yazdıklarımdan etkilenecek değilsin.

Yazmam gerekiyordu sadece..

Uyumak istemiyorum. Sen şimdi ne yapıyorsun bilmiyorum.

Sabah olmasını istiyorum bir an önce. Sesini yeniden duyabilmek için.
Dayanmalıyım... direnmeliyim...

Ben burada acıdan geberirken sana mutluluk dilemek erdem midir yoksa başka bir şey midir bilemem.

En iyisi bir süre bu şehirden, bu ülkeden gitmek olacak. Seni unutmak mümkün değil ama ne kadar uzak olursam o kadar iyi.

Ama şunu unutma. Bir gün ikimizin bu kısa öyküsü bir film olarak karşına çıkarsa şaşırma.

Yalnızca;

Dur,

Düşün,

Ve ağla...

Ve beni hatırla olmaz mı ?

De ki; “ bu adam beni gerçekten de çok sevmişti”

Onu anlamıştım ama yapacak bir şeyim de yoktu de...

Mutlu olmak varken bu dünyada,

Kendimize hüzün kentleri imal ettik ya ona yanarım.

Eğer her şeye rağmen bir daha görüşemeyeceksek, ve sesini duyamayacaksam eğer, gözlerindeki ışıltı hiç sönmesin. Ve o gülüşünün fotoğrafını kimse çekmesin.

Çünkü o bana ait.

Onu bari bana sakla olmaz mı?

Kendine iyi davran.

Ve Sevgiyle kal her zaman...

Sen...Yüzümdeki Gülüşlerin...
 

Sen...Yüzümdeki gülüşlerin,ellerimdeki terlemenin,yüreğimdeki deli atışın sebebi...Her gece uykum,her sabah güneşim.Yıldızım,ay'ım,akan kanım.Bitmeyen masalım.

Bahçedeki çiçeğim,çiçekteki rengim.Gökyüzüm,denizim,mavim sen...

Sevdamın adresi,aşkımızın menzili,içkimdeki tat,yaşadığım hayat sen...

Sebebim,niyetim,geleceğim,geçmişim,bilinmezl iğim,belirsizliğim,kararlılığım,kararsızlığım sen...

Bitmez yolculuğum,sonsuzluğum.Sen,gözüm,elim,yüreğim.Bebeğim sen...

Hani gidecek olsan,yollarına sererim tüm kır çiçeklerini.Bilirim basamazsın çiçeklere de yine kalırsın benimle.Üzülecek olsan,içim erir,kalırım öyle.SENİ ÜZEN BİRŞEY BENİ BİN ÜZER İNAN.Kırıyorsam seni,bu benim dengesizliğimdendir,şaşırmışlığımdandır.

Kendimle kavgalıyım ben.Bir yanım sana tutkun,bir yanım çok bencil.Kayboluşlara vuruyorum kendimi,seni üzdüğümü bilmeden.Her kayboluşum yara açıyor sende biliyorum.Ah ben,nasıl da vurdumduymaz olabiliyorum bazen...

Bakma bana birtanem,içimdeki aşkın büyüklüğünü ölçme bunlarla.Seviyorum diyorsam seni,öyle.Gereğinden fazla erkeğim'bazen,bağışla...

Seni bilirim ben,bir tek seni.Seni söylerim,seni duyarım her yerde ve her zaman.

Sensiz olmaya gücüm yok artık,sensizliğe katlanmak benim harcım değil.

Seni her şeyinle,ay parçası üzünle,duruşunla,gülüşünle,bakışınla,konuşmanla, çocukluğunla, olgunluğunla,
kızgınlığınla,şaşkınlığın la,güçlülüğünle, zayıflığınla kabul etmişim bi kere.

NE DEĞİŞ,NE DE DEĞİŞTİR BENİ.Biz böyle sevdik birbirimizi.Seni sen yapan ne varsa kabulümdür hepsi.

Seni özlemek diye bir şey de var bu hayatta ve bu bazen öylesine dayanılmaz oluyor ki...YOKLUĞUNU YAŞAMAYI BECEREMİYORUM,ÜZGÜNÜM.

İçimdeki o 'fazla erkek'yokluğunda çekiliyor bir köşeye ve ben güçsüzlüğümle başbaşa kalıyorum.Katlanamıyorum anla,sensizliği 'yok' hükmünde sayıyorum.Sensizlik diye bir şey yok,öyleyse sensiz kalmak da yok.

Şimdi hangi denizin kıyısındaysan,hangi göğün altındaysan önce o sonsuz maviliğe sonra da başını yukarı kaldırıp yıldızlara bak.Aşkımı,yüreğimi,içimdeki seni mavilere yükleyip gönderiyorum,tut onu.Tut ve bırakma...Ben maviyi sende buldum,beni BAŞKA RENKLERLE KANDIRMA...


Sevgiliye Mektuplar   - SENİ SEVMEK

Seni sevmek, başka hiç kimseyi sevememektir. Seni sevmek, bir sadakati değil, sadık bir ihaneti sevmektir. Kaybetmeyi ve her seferinde yeniden başlamayı sevmektir, seni sevmek. Seni sevmek, ayrılığı daha ilk dakikadan kabullenmektir. Ayrılık çöplüğünde aşk aramaktır seni sevmek. Cevapsız bir soru, sorusuz bir cevaptır aşkın. Kaç bilinmeyeni olduğunu bile sayamadığın bir denklemi çözmeye çalışmaktır, seni sevmek. Seni sevmek, “olmayacak bir nedeni, gelmeyecek bir gideni” beklemektir.

Seni sevmek, kafandaki hayali aşkı değil, hiçbir norma uymayan bir deliliği sevmektir. Seni sevmek, sonsuz bir denize dalmak, çıkışı olmayan bir tünele isteyerek girmektir. Cehennemde yanmaya koşa koşa gitmektir, seni sevmek. Günahın çekiciliğine kapılmak, şeytanın yap dediğini yapmak ve ateşi güneş sanmaktır, seni sevmek. Bitmeyen bir filmi sürekli yeni baştan seyretmektir seni sevmek. Seni sevmek, rüzgara kapılmak, havalanmak, uçmak ve her seferinde binlerce metreden yere çakılmaktır. Yaralanmış yüzünle, kanlarını temizlerken yine uçmaya çalışmak da, sadece seni severken yapılacak bir deliliktir.

Seni sevmek, hiçbir şeye sahip değilken, dünyalar sana aitmiş gibi mutlu olmaktır. Seni sevmek, en basit haliyle yalandır, her seferinde yeniden kanılan, bir kez daha kanmak için aylarca beklenen, bir yalandır. Seni sevmek, herkesin aklına meydan okumaktır, tüm doğru şıkları reddedip, bile bile bir yanlışı seçmektir, seni sevmek, akılla kalbin bitmeyen kavgasını başlatmaktır. Seni sevmek, kimselere açıklanamayan, kendine bile anlatılamayan, lanetli bir hastalık gibi saklanan, tuhaf bir hikayedir. Seni sevmek, bir hikayede hayat bulmaktır. Hayatını bir hikayenin peşinden sürüklemek, bir roman karakteri olmak, romanın diğer karakterlerince acınarak bakılmaktır. Seni sevmek, kimsenin göze alamayacağı bir kavgaya girmek ve sonunda kahramanca ölmektir. Seni sevmek, her seferinde yenilmektir, daha güzel yenilmek için yeniden başlamaktır.

Seni sevmek, dünyanın en güzelini sevmektir. Kendi sevgine bile aşık olmaktır seni sevmek. Hiç kimsenin başaramayacağını, başarmaktır seni sevmek. Dünyada en az bir kez mutlaka yaşanması gereken bir duygudur seni sevmek. Aşkını bu kadar çok olumsuz öğe ile tarif ettikten sonra, yazının sonunda, bir kez daha sana aşık olmaktır, seni sevmek...

Sevgiliye Mektuplar   -Sevgilim

Sevgilim:
Seni ne kadar çok sevdiğimi,
Tarif edemem.
Ne olur sen de

Sevgilim:
Seni ne kadar çok sevdiğimi,
Tarif edemem.
Ne olur sen de
Aşkınla beni yakma,
Kimse derdimden bilmez.
Üzme beni ağlatma!
Beni ağlatan gülmez! ..

Seni öyle sevmişim ki;
Aylar geçer vazgeçemem,
Yıllar geçer vazgeçemem,
Seni öyle sevmişim ki;
Ömrüm geçer vazgeçemem.
Geçemem vallâhi,
Ölmeyince vazgeçemem...

Sevgiliye Yazılacak Duygusal Mektuplar - Canım Sevgilime
 
 
Aşkım seni çok sevdiğimi söyliyerek başlamak istiyorum mektubuma.Sevgilim seni çok özledim bu hasret içimizde çığ gibi büyürken gelecekti güzel günlerimizin hayali ile avutuyorum kendimi çok çabuk ayrı düştük Aşkım ne ben sana ne sen bana doyamadık Sevgilim.
 
Ama biliyorum ki birgün bizde birbirimize kavuşacağız o günlerinin hayali ile yaşıyorum.Sensiz geçirdiğim acı tatlı her günümü sırf sana kavuşacağım için sabırla geçiriyorum.Elbette bitecek bu hasret birbirimize kavuşacağız.
 
Görevin bitecek yanıma geleceksin birlikte çok güzel günlerimiiz olacak kimbilir yeterki sen benden vazgeçme sevgilim yeterki aşkımız bitmesin hasretle sana sarılıyorum sana bu mektupla birlikte kucak dolusu sevgilerimi ve umutlarımı gönderiyorum Aşkım.Sen benim umudum Aşkım Sevgilim herşeyimsin bunu sakın unutma..Geleceğin günleri iple çekiyorum sayılı gün çabuk geçer demişler biliyorum yeterki sağlık olun gelir geçer her gün seni beklemek seni sevmek kadar güzel Sevgilim.Allaha emanet ol seni seviyorum biricik Aşkın.....

Bir yorum

Cevapla

 
3+2 İşleminin Sonucu  
Yukarı Çık